İşlerin tam da istediğiniz gibi yürümediği ve parçası olduğunuz bir sistem düşünün. Bu çalıştığınız şirket olabilir, aileniz, siteniz, apartmanınız, hatta ülkeniz olabilir. Bu işlemeyen sistemin tüm fertlerini toplasak ve kötü niyetliler el kaldırsın desek, kaç el kalkar? Bırakın kötü niyeti, burada değişime karşı olanlar el kaldırsın desek, kaç kişi evet, ben karşıyım değişime der? Peki burada değişime karşı olanları bir kâğıda yazıp verin desek, kağıtlar boş mu gelir? Kim yalan söylüyor?

Ben 21 yıllık danışmanlık hayatımda, kendi hikayesinde kovboy olan neredeyse kimse görmedim. Herkes kovboyların zulmüne uğrayan Kızılderili. En iyisi hem kovboy, hem Kızılderili, kendi kendinin kurbanı. Herkes masum, iyi niyetli, kurban kendi kendine anlattığı hikayede. Bir açıdan kimse yalan söylemiyor. Herkes iyi niyetli ve kurban. Kötü şeyler yapıyorsa da bir sor bakalım niye!

Bu açıdan bizim problemimiz kötü niyet değil. Kötü niyetle başa çıkmak kolaydır. Asıl problem farkındalık eksikliği olunca iş değişiyor. Farkındalık eksikliği ile başa çıkmak çok ama çok zor olabilir, özellikle de edinilmesi gereken farkındalık, kişinin öz imajını, sahip olduğuna inandığı değerleri, erdemlilik inancını ve kimlik tanımını tehdit ediyorsa.

Yazar ve psikiyatrist Mark Epstein, insanların karmasına göre bir sonraki yeniden varoluşlarında nerede doğacaklarından bahseden Buddist varoluş boyutları modelini aslında bir psikopatoloji modeli olarak görebileceğimizi anlatıyor. Buna göre örneğin cehennem boyutu öfke, kıskançlık gibi yoğun duygularla yanan insanları, hayvanlar boyutu güdüleri tarafından yönetilen insanları, aç hayaletler boyutu ise ilgiye ve sevgiye büyük açlık hissederken bunlarla karşılaştıklarında canları yanan, uzaklaşan veya saldıran kişileri temsil ediyor olabilir. Epstein diyor ki İnsan boyutunun psikopatolojisi ise “narsisim”dir. Ancak bu kendini çok beğenmek anlamında bir narsisim değil, insanın kendisiyle ve varoluşun doğası ile ilgili en temel gerçekleri görememesinden kaynaklanan bir cehalet, bir farkındalık eksikliğidir. Ve belki de insanın hem kendine hem de başkaları için yarattığı ve hiç de gerekli olmayan tüm ıstırabın altında da bu cehalet var.

İnsanın en başta kendi kendine uyguladığı şiddeti sonlandırmayı öğretmeyi amaçlayan tüm ehil yolların temelinde de işte bu var: Doğru değerlendirebilmek ve farkındalık. İçinde bulunduğun durumu doğru değerlendirebilmek. Duygu ve düşüncelerini doğru değerlendirebilmek. Karşılaştığın olguları ve bu olguların nasıl birbirlerine bağlı olarak oluştuğunu ve nasıl başka olguları doğurduğunu doğru değerlendirebilmek. Aynı zamanda içinde bulunduğun sistemlerde neler olduğunu da doğru değerlendirebilmek. Bunu yapabilmek için de keskin bir farkındalık geliştirmek. Çünkü bu farkındalık olmazsa duygularımızın, arzularımızın, tutunmalarımızın bu değerlendirmeyi yapmamızı nasıl engellediğini fark edemeyiz.

Sadece kendini yüceltme yolunda yürüyenler için değil, bir değişime öncülük etmeye kalkanlar için de geçerli bu doğru değerlendirme ve farkındalığın önemi. Ron Heifetz’in de dediği gibi “neredeyse tüm liderlik hataları, teşhis hatalarından gelir”.

Benim koçluk yaptığım liderlere, hele de bir değişime liderlik ediyorlarsa yaptığım en büyük destek sanırım bu: hem kendi içlerinde, hem değiştirmeye çalıştıkları sistemde, hem de ikisinin arasındaki etkileşimde gerçekten ne olduğunu, neden sonuç ilişkilerini, ve mevcut olguların bu şekilde nereye gideceğini mümkün olduğu kadar duygulardan ve arzulardan bağımsız bir biçimde değerlendirebilmelerine yardım etmek. Bunu yaparken de kendilerine anlattıkları gerçekle uyumsuz keşfetmelerine destek olmak. Bu sayede de giriştikleri “iyi niyetli” değişim çabasında içlerinden ve dışarıdan gelen tüm cezbedicilere ve tehditlere, tutunmalara ve şantajlara rağmen ehil olanı, doğru olanı, yapılması gerekeni yapmalarına olanak sağlamak.

Hem kendi kendimizle çalışırken, hem de böyle bir liderliğe soyunduğumuzda nereye bakacağımızı bilmek, doğru lensler kullanabilmek, ehil yöntemler edinmek işimizi çok kolaylaştırıyor. İyi terapi modelleri bunu sağlıyor, iyi koçluk modellerinin olduğu gibi. İyi örgütsel davranış modelleri önümüzdeki karmaşık ilişkileri elle tutulur, anlaşılır hale getiriyor. Sevgili hocam Cem Şen ile birlikte çalıştığımız Dharma en başta yanılgılar dünyasında yaşadığımız nehrin bu kıyısından olguları oldukları gibi, kendi doğalarında görebileceğimiz nehrin öte kıyısına taşıyacak yöntemleri öğretmeyi amaçlıyor. Yıllarca bir çok modele ve öğretiye maruz kalıp bir yandan da bir çok yönetici ile çalışmanın sonucu kendiliğinden oluşan koçluk modelimi düşündüğümde temel amacının karşı karşıya kaldığımız karmaşıklığı biraz daha anlaşılabilir kılarak bizi özellikle koçluk veya liderlik yaparken tepkisellikten azıcık daha fazla koruyup biraz daha doğru değerlendirme yapabilmeye destek olmak olduğunu görüyorum.

O açıdan her zaman danışanlarıma sorduğum gibi, sizin neyle uğraşıyorsanız onun doğası ile ilgili, gerçeklikle ilgili modeliniz ne? İlişkiler ve onların nasıl çalıştığı ile ilgili… Mutlu ve güvenli çocuklar yetiştirmekle ilgili… Kurumlar ve ilerlemeleri ile ilgili… Zihnin nasıl mutlu, etkin ve berrak olabileceği ile ilgili… Ve bu modeller neye dayanıyor, gerçeklerle destekleniyor mu, işliyor mu gerçekten? Ve bu model sizin doğruyu, ehil olanı, yapılması gerekeni yapmak için gerekli olan tutunmalarınızı gevşetiyor mu, yoksa daha da mı güçlendiriyor? Sizi daha da mı kendi hikayenizde hapis bırakıyor ve böylece haklı ve güçsüz kalıyorsunuz, yoksa sizi özgürleştiriyor mu kendinizden ve hikayenizden bile, ve böylece hem kendinizin tüm yabancılaştırdığınız taraflarınızı hem de öteki gördüğünüz her şeyi ve herkesi kucaklamanıza destek oluyor? Bu sayede de gerçek, anlamlı ve kalıcı değişim mümkün olabiliyor?

Eğer bu sorularımla ilgili azıcık da olsa içinizin tam tatmin olmadığı bir yer varsa, bu konuda ne yapacaksınız?