Söyle bir sahne hayal edin. Bir balıkla röportaj yapma, onun bakış açısından yaşamını öğrenme fırsatı edindiniz. Toparlanıyorsunuz, su altında çekim yapan kameranızı, su altında yazan kaleminizi, notlarınızı alıyorsunuz, ve randevu saatinde balığın huzuruna çıkıyorsunuz. Sizi kabul ettiği ve görüşlerini paylaşmadaki istekliliği için teşekkür ediyor, hoş-beşten sonra izin isteyerek sorularınıza geçiyorsunuz, balığın en çok aşina olduğunu düşündüğünüz konuyla başlayarak:

“Eee balık kardeş (görüldüğü gibi siz de benim gibi “radyo saati” kuşağındansınız), anlat bakalım, nasıl suda yaşamak?”

“Anlamadım, su mu, o da ne?”

“İşte bu içinde yaşadığımız şey var ya canım, su işte, her taraf onunla kaplı ya!”

“İnan bana neden bahsettiğini bilmiyorum, bir sonraki soruya geçelim mi lütfen?”

Ben buna benzer durumlarla sık sık karşılaşıyorum! Örneğin, bir danışanım ulaşmak o hafta ulaşmayı planladığı sonuçlarla ilgili karşılaştığı bir iç dirençle ve bunun sonucunda yaşadıklarıyla ilgili hararetle konuşurken, birden sözünü kesiyorum:

“Peki, istediğin gibi hareket edemediğinde, hatta takılıp kaldığında neler hissediyordun?”

“His mi, ne hissi?”

“Duygular canım, hani vücudunda hissedersin ya… Bu dirençle karşılaşınca ne hissettin?”

“Bilmiyorum valla ne hissettiğimi…”

“Peki o zamanı bırakalım, şu anda ne hissediyorsun, vücudunda?”

“Bilmiyorum… Ne mi hissediyorum, bir düşünelim bakalım, hmmm…”

Nedense biz insanların en cahil olduğumuz şey kendi duygularımız. Bir balığın su içinde yaşaması gibi biz de duygular ve hisler dünyasında yaşıyoruz, ve yine de ne hissettiğimiz sorulduğunda donup kalıyoruz, hatta korkuyakapılıyoruz. Ve o anda bile farkında bile olmuyoruz, ve diyemiyoruz ki “şu anda hislerimi sorduğun için korkuhissediyorum”. Biz insanlar, gerçekten de komik yaratıklarız!

Ben dahil olmak üzere bir çoğumuz hislerimizle irtibata geçmek konusunda o kadar korkak, o kadar cahil, o kadar isteksiziz ki! Benimle ilk değerlendirme seansımda en çok sorduğum sorulardan biridir “sizi siz yapan beş özelliğiniz?”. Bir çok danışanım “çok duygusal” olmayı kendilerini tanımlayan özelliklerden biri olarak belirtir. Durur muyum, hemen sorarım: “Duygusallıktan kastettiğin duygularınla irtibat haline olmak, ne hissettiğini bilmek ve bu bilgiyi yararına kullanmak mı, yoksa ilgilenmediğin için biriken duygularını tepkili olarak içe veya dışa vurmak mı?”. “İlk söylediğin” diyenle ve bunu inanarak söyleyenle o kadar nadir karşılaşıyorum ki! 

Bu kadarla da kalmıyor komikliğimiz. Vücudumuzda olan bitenler konusunda bu kadar cahil olmamız yetmiyormuş gibi, kazara birisi bize ne hissettiğimizi soracak olursa, oturup da ne hissettiğimizi “düşünerek” bulmaya çalışıyoruz! Size bir haberim var! Hisleriniz hakkında düşünemezsiniz! Düşünerek bulduğunuz, sadece “ne hissetmeniz gerektiği” veya “ne hissetmenin doğru olacağı”, bilemediniz “benim ne hissetmemi bekliyorsun” sorularının yanıtı olacak, ve çoğu zaman bunun gerçekten ne hissettiğinizle uzaktan yakından alakası olmayacak.

Şunun altını tekrar çizmek istiyorum: O anki hisleriniz, hakkında düşünerek bulabileceğiniz bir şey değil. Çünkü düşünceyle, zihninizle, en azından anladığımız şekliyle zihninizle alakalı değil. Bakmanız lazım. Nereye mi bakacaksınız? Tabi ki hislerinizin ikamet ettiği yere, yani vücudunuza. Özellikle de boynunuzla uçkurunuz arasındaki bölgeye. Şu anda bütün hisleriniz, geçmişten gelen ve çözümlemediğiniz, yadsıdığınız bütün duygularınız, karşı karşıya olduğunuz durum hakkındaki bütün tepkileriniz, siz farkında olsanız da olmasanız da orada yaşıyorlar. Carolyn Myss’ın dediği gibi “Biografimiz, biyolojimiz haline gelir”.

Peki neden bu kadar önemli hislerimiz, ve onlar hakkında bilgi sahibi olmak? Şöyle anlatayım: Bir kağıt çekin ve üzerine büyükçe bir yuvarlak çizin. Bu, sizin beş duyunuzla ve “altıncı” hissinizle, sezgilerinizle çevrenizden ve evreninizden aldığınız veriler ile bu verilerin sizin bilinciniz dışında işlenip de varılan sonuçlarının toplamı. Şimdi bunun içine, alan olarak büyük dairenin yüzde onunu kaplayacak küçük bir daire çizin. Bu da sizin bilinçli olarak farkında olduğunuz, o çok övündüğünüz entellektüel kapasitenizi kullanark değerlendirebildiğiniz bölüm. Kalanı nerede mi? Vücudunuzda… Hisleriniz, size damıtılmış bilgi olarak geçmişten, şimdiden ve olası gelecekten bilgiler veriyor, ve onları değerlendirmiyorsanız eğer, bütün risk size ait!

Hislere boşu boşuna “vücudun bilgeliği” denmiyor. Eğer vücudunuzla ve hislerinizle irtibata geçmeye yatırım yaparsanız, eğer onlardan korkmayı ve “ne hissettiğimi bilmiyorum” safsatasını bir yana bırakıp ne kadar sevimsiz gözükseler bile duygularınızla bir arkadaşınızla oturur gibi beraber olmayı göze alırsanız inanın bunun karşılığını kat be kat alacaksınız. Peki bunu nasıl mı yapacağız? Haftanın alıştırmasında ve gelecek haftalarda!