Haftasonu gözlerimin önünde bir oluşan, belki de ufacık bir olay, beni o kadar düşündürdü ki… Hiç bir özelliği yok olanın, o kadar gündelik, o kadar sıradan bir durum ki… Hatta kendimi bile defalarca o durumda bulduğumu biliyorum.

Şöyle gelişti her şey: Cumartesi günü Cesaretle İlerlemek seminerimde öğle arası verdiğimizde, bir kaç katılımcıyla beraber yakındaki ev yemekleri yapan restoranlardan birine gittik. Tam öğle saati, tıka basa dolu. Zar zor, iki kişilik bir masaya dört beş kişi sıkışarak oturduk. Siparişlerimiz de doğal olarak ya geç geldi, ya eksik. Biz karnımızı mümkün olan en iyi ve çabuk şekilde doyurmaya çalışırken, arka masalardan gelen sesler dikkatimi çekti.

“Kusura bakmayın” diyordu, belli ki restoranın hem sahibi olan, hem de servis yapan bayan, “hemen biraz daha ısıtalım”. Kendisiyle konuştuğu, gayet düzgün giyimli, ve bende sanki gayet de okuyan eden bir insan izlenimi uyandıran bayan bu yanıttan tatmin olmuşa benzemiyordu. “Ne demek biraz daha ısıtalım, bunu hiç ısıtmamışsınız ki!” Bu yumuşak görünümlü insandan bu kadar sert bir ses çıkmasına şaşırdım açıkçası!

Restoran sahibi bayan özür dilemeye devam ediyordu, gayet kibar bir biçimde, “haklısınız, lütfen kusura bakmayın, hemen biraz daha ısıtıyorum” diye yanıt verdi. Müşterinin öfkesi ise kendi öfkesinden besleniyor gibiydi. “Size hiç ısıtmamışsınız diyorum!” Restoran sahibi bir kez daha özür diledi, ve tabağı alarak mutfağa doğru gitmeye yeltendi.

Müşteri önce bir tereddüt geçirdi, sonra “geçti artık” gibi birşeyler mırıldanarak kapıya yöneldi. Önce çıkıp kapıyı kapattı, sonra tatmin olmayarak açıp daha da sert kapattı. Restoran sahibi ardından belki bir kaç saniye baktı kadıncağızın. Bir iç geçirdi, fakat restoranın kalabalığı daha fazla zaman harcamasına izin verecek gibi değildi. Bir kaç dakika içinde aynı hamarat tavrına geri dönmüştü.

Siz kaç kere buldunuz kendinizi yaşamınızda bu sinirli kadının yerinde? Kaç kere haklı olmak ve onlara gününü göstermekle, karnınızı doyurmak, mutlu olmak ve sonuca ulaşmak arasında bir tercih karşısında kaldığınızda haklı olmayı ve aç kalmayı seçtiniz? Kaç kere belki de hiç o anla alakalı olmayan duygularınızı boşaltabilmek için kendinizi hiç de hoş olmayan durumlara soktunuz? Kaç kere feda ettiniz iç huzurunuzu, mutluluğunuzu, fiziksel ve duygusal rahatlığınızı sadece haklı olduğunuzu kanıtlamak için? Ve kaç kere yaptınız bunları, içten içe aslında hiç de haklı olmadığınızı bilerek?

Neden her ikimizin de kaybetmesi lazım, bu yaşam denen oyunda? Tabi ki hakkım paramın, emeğimin, saygımın, sevgimin ve insan olmamın karşılığını almak, ama neden bu karşılığın verilmesini net bir biçimde istemek yerine, bana yapılan hatanın bedelini başkalarını da aşağı çekerek ödetmeye çalışıyorum, onları yukarı çekmek yerine? Neden, belki de kimsenin umrunda olmayan bir mesaj vermek uğruna aç kalmaya razı oluyorum, onlara nasıl beni mutlu edebileceklerini sevecen bir kesinlikle öğretip haklı ihtiyaçlarımın karşılanması konusunda ısrarcı olacağıma? Neden ikimizin de kazanabileceği bir zemin olduğunu karşı tarafın görmesine yardımcı olacağıma ikimizin de kazanması mümkün olmayan kavramsal ve ahlaksal tartışmalara giriyorum? Neden “şunu lütfen bir kaç dakika daha ısıtır mısınız?” diyemiyorum ve ekleyemiyorum ardından, “anlıyorum çok yoğun olduğunuzu, ama böyle giderse müşteri kaybedeceksiniz. Bir çözüm bulmanızı öneririm.”

Biliyorum, nedenleri var. Biliyorum asıl öfkeniz o restorana karşı değil. Ama acıyor işte, acıyor içeride bir yerler. Fiziksel acı nasıl vücudun uyarı mekanizmasıysa, öfke de duygusal acıdır. Yani diyor ki ruhunuz, bir yerlerde bir yara var ve sen bakmadığın sürece kanıyacak bu yara! Nedir sizi bu kadar öfkeli yapan yaşama karşı?

Lütfen durun. Durun. Ne yapmaktaysanız durun. Durun ve bakın duygusal alanınıza. Öfkeniz, belki de uzunca zamandır saklı duruyor, içinizdeki o kapanmamış yararlardan içinize doğru akarken. Sahiplenin artık öfkenizi, yaralarınıza bakmanızın zamanı geldi çoktan, yoksa böyle hiç beklenmedik yerlerde ve zamanlarda patlayıp hem size, hem de başkalarına zararlar verecek. Sahiplenin yaralarınızı ve bırakın artık onları haklılık ve doğruluk teranelerinin arkasında saklamayı. İnanmadığınız ve aslında sizin için hiç de önemi olmayan davalarda haklı olduğunuzu kanıtlamak için harcadığınız enerjinizi kendiniz için, hayal gibi gözüken ama mümkün projeleriniz için, sizi mutlu edecek şeyler için, veya en azından görmemeyi tercih ettiğiniz için sizi gölgeden idare eden yaralarınızı iyileştirmek için kullanırsanız eğer, düşünebiliyor musunuz yaşamınız neye benzerdi acaba?

Artık kendinizi önemli kılmaya çalışmayı bırakın lütfen. Farkedin ki sizin bu evren için hiç bir öneminiz yok. Kabul edin bu dünyada hepimiz aslında sahip olmadığımız bir önem için mücadele ediyoruz. Ve farketmiyoruz, ne kadar önemsiz, ve bir o kadar da değerli olduğumuzu! O kadar değerlisiniz ki yine aynı evren için, siz olmasanız, hiç bir şey aynı olmazdı. Ve sizin evreniniz, sadece siz olduğunuz için var!