Okuma süresi: 7 dakika
Seçim sonuçları bayağı bir etki yarattı herkeste… Bir çok da yorum ve görüş paylaşılıyor. Ben de iki satır karaladım. Aşağıda yazdıklarım, kesinlikle bilimsel değil, bir araştırmaya değil, benim gözlem ve benzetmelerime dayanıyor, ve konuya sadece bir açıdan, düşünce sistemleri açısından bakıyor. Mutlaka çok daha fazla boyutlu ve çok daha derinden bir analize gerek var. Ayrıca kısa dönemdeki etkilerden çok, alttaki uzun vadeli hareket ve dinamiklere bakmaya çalışıyor. Dediğim gibi benim benzetmelerim… Ve bu konuda yazdıklarım da bir düşünce alıştırması, gerçek değil, veriye dayanmıyor, hatta iddia bile denemez… Ama sanki böyleymiş gibi geliyor bana…
Sanki seçim sonuçlarını doğru anlamak için “burada gerçekten ne oluyor?” diye ciddi biçimde ve tarafsızca sormamız lazım. Bu soruya yanıt verirken de özetle şunları hesaba almak gerekiyor gibi:
Bir sistemin gerçekliği, o sistem içindeki yaşayan ve baskın olan düşünce sistemleri tarafından belirlenir.
Bu konu ile ilgili bir kaç yıl önce iki yazı yazmıştım (buraya ve buraya tıklayarak ulaşabilirsiniz.) Özetle, insanoğlu, “insan” sıfatını kazandığından beri içinde yaşadığı çevrenin değişim koşullarına uyum sağlayabilmek ve hayatta kalabilmek için çeşitli zihinsel kapasiteleri geliştirmek ve dünyaya nasıl baktığını evrimleştirmek zorunda kalmış… Bu süreçler de sosyal yaşam biçimini, dünya görüşünü, değerler sistemini, gücün dağılımını, ve onun neye önem verdiğini belirlemiş.
Aşağıda bu yazılarda paylaşmış olduğum ve insanoğlunun şimdiye kadar içinden geçtiği ve hemen hepsi şu anda canlı olan düşünce sistemlerinin Spiral Dynamics modeline göre tablosunu paylaşıyorum:
Bu tablonun en sağında, bu tabloyu kendisinden aldığım makaleyi yazan kişinin bu düşünce sisteminin dünya nüfusunda yanıt bulduğu yüzdeyi göreceksiniz. Ülkemizdeki oranlar ne durumda, tartışacağız.
Topluluklar, ancak uygun koşullar ve teknolojik şartlar oluştuğunda, “kendiliğinden” bir üst seviyeye hareket ederler.
Yani toplum mühendisliği, zorlama, vs. uzun dönemde, senin hesapladığın gibi işe yaramaz, senin planlamadığın şekilde çalışır. Türkiye’de çoğulcu ve kapsayıcı bir post-modern hareket ilk defa “İkinci Cumhuriyetçiler” tarafından organize edilmeye çalışılmıştı. Bu hareket, dünyanın her yerinde olduğu gibi post – modern (yukarıdaki modeldeki yeşil) düşünce sistemine sahip düşünce sistemi ile muhafazakar/ego-merkezci (mavi ve kırmızı) güçlerin işbirliği haline dönüştü, ve bu ikisi Turuncu, yani modern/rasyonel düşünce sistemini baskıladılar. Bu, modern düşünce sisteminin kontrolde tuttuğu altındaki tüm diğer düşünce sistemlerinin güçlenmesi ile sonuçlandı. Bugünlerde bu hareketi başlatan “romantik” ve kendileri gibi düşünmeyen herkesi geri kafalılıkla suçlayacak kadar kibirli olan bu erken post-modern düşünceye sahip kişilerin, “valla biz farklı olacak sanmıştık, yanlış tanımışız, vb.” demeçlerini hepimiz izliyoruz.
Ancak uygun koşullar bir araya geldiğinde, yani zihinsel, ekonomik, sosyal ve teknolojik altyapılar hazır olduğunda yeni düşünce sistemlerine doğru hareket kendiliğinden olur. Y kuşağı gençliğinin sosyal medya teknolojisini kullanarak, herhangi bir lidere, planlı örgütlenmeye ve ortak karara ihtiyaç duymadan bir araya geldiği ve toplumun hiç bir kesimini dışlamamaya özen gösterdiği Gezi, böyle bir kendiliğinden, kökleri derinde, ve zamanında post – modern harekettir. O açıdan da kalıcılığı ve etkileri daha farklı olma potansiyelini taşımaktadır. Bu hareketle ilgili yazdığım yazıyı da buradan okuyabilirsiniz.
Ülkemizi düşündüğümüzde, özellikle modern ve post – modern kesimin hayal ettiğinden ve kendini inandırmak istediğinden çok farklı bir düşünce sisteminin ağırlığı aşikardır.
Araştırmacı veya akademisyen olsam bu trendi incelemek çok isterdim. Ülkemizde herhalde ağırlıklı ortalama, oy dağılımına da bakarak ciddi olarak geleneksel ve ego-merkezci düşünce sistemleri arasında odaklanmış durumda. Hatta sol partilere oy verenlerin de büyük oranda ancak başka bir geleneksel düşünce sistemini temsil ettiğini söyleyebiliriz. Her ne kadar biz aksini iddia etsek ve parmaklarımızı çarpı yapıp dua etsek de (ki bu da gayet geleneksel, hatta klan/büyü sisteminin bir dışavurumu!) ülkemiz böyle. Bu kötü veya iyi değil. Sadece böyle.
Ülkemizde:
- Çok kısıtlı sayıya sahip post – modern, çoğulcu “Yeşil” düşünce sisteminde yaşayan (düşünen değil, yaşayan) bir kitle…
- Sayıları sandığımızdan çok daha az, ancak gitgide, daha fazla eğitilen, gelir düzeyi yükselen, sosyal yaşam içinde yer almaya başlayan muhafazakarların üst segmente ait kısımları taraftan beslenmeye başlayan bir rasyonel, girişimci, yukarıya doğru mobil, modern düşünce sistemine uyumlu kitle… (Yukarıdaki tabloda turuncu)
- Çok güçlü bir geleneksel – muhafazakar kitle (ki bunun içinde sadece iktidar partisine oy verenleri düşünmemek lazım, her parti seçmeni aslında kendi kanadının geleneklerine bağlı… hatta modern/rasyonel düşünce sistemini savunur gibi görünenler bile)… (Mavi)
- Aynı derecede güçlü bir feodal, güç odaklı, bazen bu gücü fiziksel olarak kullanmaktan çekinmeyen, bu gücü edinmeye çalışan, ve/veya bu güce sahip olan kişilere biat eden kişilerden oluşan ego-merkezci düşünce sisteminde yaşayan kitle… (Kırmızı)
- Ve hiç azımsanamayacak büyüklükte, klan dinamiklerde yaşayan, birlikte ve liderinin/ağasının/söz sahiplerinin dediğini yaparak hayatta kalmaya çalışan düşünce sistemini yaşayan kitle etken… (Mor)
Ve toplumun bu yapısı, doğal olarak seçim sonuçlarında ve her şeyde etken oluyor.
Bu sistemlerin herhangi birini veya böyle olmasını eleştirmiyorum, aşağılamıyorum. Sadece durum böyleymiş gibi gözüküyor. Her seviyenin hem olumlu, hem olumsuz tarafları vardır. Sonuçta ülkemiz ve kültürümüzdeki en güzel şeyleri ve en korkutucu şeyleri, yukarıdaki resim yaratıyor. Ve her düşünce sistemi, kendini en iyisi kabul eder ve diğerleri ile kavga halindedir.
Sosyal sistemler, yani topluluklar, gerekli koşullar sağlandığında adım adım yükselirler.
Yani klandan moderne geçilmez… Gelenekselden doğrudan post modern olunmaz… Gelişim ve ilerleme, ancak adım adım gerçekleşir, ve basamak atlayamazsın. Ve ancak gerekli sosyal, ekonomik, ve teknolojik şartlar oluştuğunda ilerlersin. Örneğin tüm yönetimin müdürün iki dudağı arasında olduğu bir şirketi hemen katılımcı yönetime geçiremezsiniz. Önce kurallar ve kaideleri, iş süreçlerini, yönetmelikleri (geleneksel sistem) belli bir takım insanlardan önemli hale getirmelisiniz. Sonra rakamlarla yönetimi ve performansı ödüllendirmeyi destekleyen sistemler (modern/rasyonel) kurmalısınız. Ancak bunların üzerine kurulan katılımcı yönetim (post-modern) sistemleri çalışır.
Ülkemizde de ilerleme bu şekilde olacak. Eğitim daha çok tabana yayıldıkça, ekonomik zenginlik ve fırsatlar, eskiden buna ulaşamayan kişilere ulaştıkça, ve teknoloji herkesi her türlü düşünce ile buluşturdukça, yavaş yavaş, ve kuşakların değişimi ile, bir sonraki kuşakla tüm toplum bileşenleri bir üst seviyeye çıkacak.
Bu tabi şu demek: Klan seviyesinde yaşayan, yani ağasının dediğini yapan adam, egomerkezciye ilerleyecek, zengin olmanın, anlık olarak ihtiyacını karşılamanın, mutlu olmanın yoluna bakacak.
Daha önce bunları yapan, tövbe edecek, huzuru daha büyük bir ulvi amaçta, bir cemaatin ve bir inanışın parçası olmakta arayacak.
Düşüncesini ve erkini dini liderlere ve/veya “siyasi baba”lara teslim eden, bir dakika, diyecek, ve bunlar içinde mantık nerede? Ben birey olarak ne düşünüyorum? Bilim, rakamlar, gerçek ne diyor?
Hayatını rakamlara, rasyonel düşünceye, kendini zenginleştirmeye adayan kişiler, bunun içindeki anlamı arayacak, eylemlerinin ve seçimlerinin dünyaya ve diğer varlıklara nasıl zarar verdiği ile yüzleşecek.
Romantik ve gerçekçi olmayan bir şekilde, kimsenin ezilmemesi ve herkesin istediklerini yapabilmesi gerektiğini savunanlar, bunu yaparak aslında en ezmeye eğilimli olanları serbest bıraktıklarını anlayıp, belki de bütün sistemi anlayanların, herkesin içinde bulunduğu yere saygı ve özen göstererek yönetmesi gerek diyecekler…
Ki bu durum, aslında gözlerimizin önünde gerçekleşiyor. Kentselleşme ve göç ile feodal ve aşiret ortamından şehre gelen ailelerin gençleri ve çocukları muhafazakar örgütlerin hedef kitlesi… Toplumun muhafazakar kesimi sesini her zamankinden çok daha fazla duyuruyor, ancak muhafazakar kesim içinde daha fazla modern yaşamın fırsatlarını kucaklayan, dışarı açılan, eğitim düzeyi ve sosyoekonomik durumu yükseldikçe yeni fikirlerle buluşan kitle de azımsanamayacak şekilde büyüyor. Modern diye adlandırılan kesim, sufizme, doğu dinlerine, meditasyona meraklanıyor…
Aslına bakarsanız sanki tüm düşünce sistemlerinden yukarı doğru bir hareket var. Bu döneme ait değil, her zaman devam eden bir hareket bu.
Ancak öte yandan, toplumun şimdiki durumu, mevcut ağırlıklı ortalaması tartışma götürmez bir biçimde bir önceki maddede tanımladığımız gibi… Ve sosyal sistemlerde değişim ve ilerleme, öyle bir iki yılda, biz öyle istedik diye, insanlara dil döktük diye olmuyor… Dediğimiz gibi daha uzun ve büyük döngüler halinde, uygun koşullar oluştuğunda, ve basamak basamak ilerliyor, gelişiyor.
Hitap ettiğin topluluğun düşünce sistemini ne kadar iyi anlarsan, o kadar çok dikkat çekebilirsin.
Bu konuda iktidar partisi tartışmasız olarak çok başarılı. Sadece ülkemiz çapında değil, tüm dünya siyasi partileri içinde en başarılı olanlardan… Seçmenlerini, ülkeyi, çok iyi okuyorlar, onların dikkatlerini nasıl çekeceklerini çok iyi biliyorlar. Şu anda yukarıda özetlediğimiz kitleye en iyi hitap eden, her zaman onlar. O kitlenin neye ses çıkaracağını, neye ses çıkarmayacağını, neden etkilendiğini, neye ihtiyaç duyduklarını, ve neden korktuklarını çok iyi biliyorlar.
Muhalefet partileri, şimdiye kadar, ve görünen o ki bundan sonra da gözlerinin önündeki gerçeklere göre değil, olmasını diledikleri, umut ettikleri, büyük bir kibirle iddia ettikleri hayallere göre şekillendirecekler politikalarını.
Anlamadığın, kabul etmediğin, ve kendisine temas etmediğin, dokunmadığın şeyi yönetemezsin.
Nokta.
01 kasım saat 18.30 itibarı ile düşündüğüm ve vardığım noktayı çok güzel derlemiş. Elinize sağlık….
Durum bu… Bunu önümüze alıp matematik ve gerçeklikle yorumlamak, analiz etmek lazım.
Teşekkürler Hande mistili