Arkadaşlar merhaba,
Son dönemdeki olaylar, hepimizin gündemini belirliyor. O açıdan bu blogda, aslında sistemleri yönetmekle de doğrudan alakalı olan, ancak ülkenin gündemi ile ilgili son iki haftada facebook’ta paylaştığım yazılarımı paylaşıyor olacağım. Umarım keyif alırsınız.
Ben bir kurumsal danışmanım. İşimin bir tarafı da, şirketler gibi sosyal sistemlerin nasıl işlediğini, herhangi bir anda bir sistemde aslında ne olduğunu, neden olduğunu analiz etmeleri için bu sistemlerin liderlerine destek olmak. Çünkü gerçekten ne olduğunu derinden anlamadan yapacağınız her eylem, sizi almak istediğiniz sonuçlardan daha da uzaklara atabilir. Bu olaylara da azıcık haddimi aşıp bu gözle, sistem düşüncesi, düşünce sistemleri gözüyle bakayım, düşüneyim dedim. Zaman geçip olaylar geliştikçe veya düşünüşüm derinleştikçe değiştirme hakkını saklı tutarak, analizim şöyle:
Bu tam anlamı ile bir “post-modern”, çoğulcu eylem. Sadece post modernliğin değer sisteminde yer alan çevreci bir hareketle başladığı için değil.
Bir lider yok. Eylem, senin benim gibi insanların tamamen kendi karar ve erkleri ile, kendi başlarına ama birlikte hareket etmelerinden oluşuyor. Dolayısıyla bir örgüt yok. Bir örgütlenme yok. İnsanları kimse örgütlemiyor. Sosyal medya üzerinden haber alanlar, bu eylemlere katılmaya kendi başlarına karar veriyorlar, veya küçük gruplar halinde hareket ediyorlar.
Bir plan yok. Bir strateji yok. Her şey kendiliğinden oluyor, oluşuyor, ilerliyor. Eski, modern ve geleneksel sistemler devre dışı kaldılar veya kendilerini devre dışı bıraktılar. Medya gibi. Onun yerinde post-modernizmin, çoğulculuğun, katılımcılığın en önemli sembolü olan sosyal medya yönlendiriyor hareketi. Yani herkes tek başına ve birlikte yönlendiriyor ve yönlendiriliyor.
Hatta geleneksel anlamda bir talep bile yok. Onun için bir lider, daha önceden planladığı gibi, belli bir amaca ulaşıp bir çöp konteynerinin üzerine çıkıp da daha önceden yazdığı 12 maddelik talepler listesini içeren basın bildirisini okumuyor. Bu eylemin tek talebi, bu ve benzeri eylemleri, kendi istediklerini yapabilme özgürlüğünü elinde tutmak. Yani eylemin talebi ve amacı, bir yerde eylemin kendisi. Eylemleri ve eylemcileri güçlü kılan da bu. Katılımcıların bir beklentileri yok, canlarının acımasına, gaz yemeye razılar, ve bu eylemleri yapabilmek, kendi kaderini, kendi itiraz edebilme hakkını, kendi istediğini yapabilme özgürlüğünü elinde tutmak dışında bir talepleri yok. Kendi post – modern değerlerine göre yaşayabilmek istiyorlar sadece.
Ve katılımcılar: benim tanıdıklarım arasında Genel Müdürler, üstü düzey yöneticiler, grafik sanatçıları, danışmanlar, profesyoneller, şirket sahipleri, vs. yani kaybedecek çok şeyleri olan insanlar var, öğrencilerle, gençlerle, bizim kapıcının oğlu ile birlikte. Ve bu insanlar, uzun zamandır ilk defa, kaybedecekleri şeylerin ne kadar büyük olabileceğini anlatan iç seslerine ve korkularına kulak asmadan katılıyorlar, haber alma özgürlüklerini, itiraz edebilme özgürlüklerini, kendi tercihlerini yapabilme özgürlüklerini elde tutabilmek için. Çoğu daha önce hiç bir eyleme katılmamışlar, belki kavga bile etmemişler.
Eylemcilerin ruh halini, duruşunu en iyi anlatan, Duman grubunun şarkısı: Biberine gazına, copuna sopasına “eyvallah”.
Bu eylem, post modern bir eylem, çünkü eylemciler hiç bir kimliğin altına sığınmak da istemiyor, ne CHP, ne başka bir parti, ne Kemalizm, ne sağ, ne sol, hiç kimsenin hareketi sahiplenmesine de izin vermiyorlar. Eylem, zaten buna karşı, benim kim olduğumu benden başka hiç kimse tanımlayamaz. Sadece kendisi için değil. Herkesin de kendi kendini tanımlama hakkı için de sokakta eylemciler. Herhangi birisinin dışlanmasına da müsaade etmiyorlar. Sağı solu, Kürdü Türkü, FBsi, GSsi, BJKsi, hepsini kucaklıyorlar. Tek kabul etmedikleri totaliter, tek başına her istediğini yapan ve kendilerine ne yapacaklarını söyleyen bir yönetim.
Bu açıdan bakarsak, bu aynı zamanda bir “ergen” eylem. Bu, Türk Halkı’nın, en azından bir kesiminin, otoriter babasının her dediğini yapan, onun kendisi için hayallerine ulaşmaya çalışan, ve ondan gölgesi gibi korkan, küçük çocuk bilincinden çıkıp ilk defa ergenliğe doğru uzandığı eylem. Ben de bir bireyim, kendi kimliğimi kendim tanımlarım, istediğimi yaparım, bana ne yapacağımı ve kim olduğumu kimse söyleyemez. Bu hareket duyulmadıklarını, bir birey olarak görülmediklerini, isteklerinin ve değerlerinin önemsenmediğini hisseden ve bir şekilde, ne şekilde olursa olsun kaale alındıklarını, adam yerine konduklarını, kararlara ve kaderlerine etkileri olduğunu hissetmek isteyen her yaştan öfkeli gençlerin eylemi.
Ergenlik, yetişkinliğe geçiş için çok ama çok önemli bir dönem. Ergenliğini gerektiği gibi yaşayamayan kimse, gerçek anlamda yetişkin olamaz. Ancak yine ergenlik, doğası gereği çok fazla enerji ve bir çok riskler içerir, kaybolmak işten bile değildir. Eğer bu grubun öfkesi şiddete, vandalizme kayarsa bu risklerden önemli bir tanesi gerçekleşecek. Buna yönelik işaretler maalesef var. Diğer bir risk, kötü arkadaşlar edinmek, yani aslında özünde hareketin post – modern, kendi zihnini ve yüreğini hiç bir düşünce sistemine esir tutmak istemeyen doğasından çıkıp, yukarıda saydığım kimliklerden herhangi birine, özellikle de şiddet yanlısı olanlarına teslim olmak. Bir diğeri, bu hareketin bütün anlamının kendi değerleri ve başka tüm değerler için saygı isteyen doğasını unutup, toplumun bir bölümünü, bir düşünce ve inanç sistemini düşman ilan etmek. Aslında kibirlilikle savaşırken kendi kibrine yenik düşmek. Eğer bu olursa, olaylar çirkinleşebilir. Bu kökü yeşilde olan, post – modern, çoğulcu, organik bir hareket, o ergen masumiyeti ve romantizmi ile birlikte. Bu hareketin başına gelebilecek en iyi şey, sağlıklı bir yetişkin olmaya doğru yönelmesi ve olgunlaşması, bunun getireceği tüm sorumlulukları da üstlenerek. Umarım tüm bu tuzaklardan elinden geldiğince uzak durmayı becerir bu hareket.
Ve yöneticiler, o otoriter baba gibi davranmaya devam ederlerse, aynı asi ergenlerin verdikleri tepkileri vermeye, onlar gibi işi daha da azıtmaya devam edecekler, ve belki de onları bu tuzaklara itmeye devam edecekler, aynı anlayışsız ebeveynlerin yaptığı gibi.
Ve eylemciler, ister meydanlarda olsunlar, ister kornalarını çalıyor olsunlar, ister tencere tava vuruyor olsunlar, isterse de sosyal medyanın başında, belki de hayatlarında ilk defa, hiç hissetmedikleri kadar “yaşıyor” hissediyorlar. Şantajlara boyun eğmedikleri için. Kendi değer sistemlerine, o post-modern/çoğulcu değer sistemlerine uygun şekilde davrandıkları için.
Bu, yöneticilerin daha önce gördükleri, bildikleri, anladıkları eylemlerden çok farklı. Bu tip olaylara tipik yanıt verme şekilleri, bu olayları başlatan, büyüten şey. Eğer ne olduğunu gerçekten anlamazlarsa, olay daha da kötüye gidecek. Lideri olmayan, örgütü olmayan, planı olmayan, bir korkusu olmayan, ve bu eylemi yapabilme özgürlüğü dışında bir talebi olmayan, hayatlarında ilk defa yaşıyor hisseden her yaştan ergenlerden oluşan bir hareketi, nasıl kontrol edecek, neyle durduracaksın? Nasıl ulaşacaksın?
Aynen gerçek ergenlere de nasıl ulaşabilirsen. Ne olduğunu, gerçekten bu insanların ne istediğini, neden meydanlarda olduklarını anlayarak. Her şeyin en doğrusunu ve şimdi de ne olduğunu bildiğin varsayımını bırakarak. Dinleyerek, dikkatle, anlayarak, ve anladığını göstererek. Bu grubun istek, arzu ve düşüncelerine, özgürlüklerine önem verdiğini davranışlarınla sergileyerek.
Dün bu yazının İngilizce ‘sini yayınladığımda, bir arkadaştan şu yorum geldi: “İnsanlar, hükümetleri ile yeni bir tip, her iki tarafın da güçlü olduğu bir diyalog peşindeler, bunun gerçek olabileceğine inanmak, bana ilham veriyor.” Bunun hem bizim, hem de tüm milletler için doğru olabilmesini tüm kalbimle diliyorum.
Keyifle okudum Dost, teşekkürler…