Eğer bu blogu yeni takip etmeye başladıysanız, yazılar belli bir sıra takip ettiği için, tarih sırasına göre baştan okumanızı öneriyorum. İlk yazıma buradan ulaşabilirsiniz.
Merhaba Dostlar, uzunca bir aradan sonra yazılara devam ediyoruz. Son yazımızda, birer lider ve/veya liderlere destek olan koç olarak, karşılaştığımız durumları sistem körlüğüne kapılmadan değerlendirebilmek için hangi boyutları hesaba katmamız lazım sorusunu incelemiştik. Bu ve bundan sonraki bir kaç yazı, bu boyutları analiz etmek ve “ne oluyor burada” sorusuna yanıt vermek için işimize yarayabilecek bir kaç model paylaşıyor olacağım.
Bilim kurgu veya korku filmi yönetmenlerinin çok sevdiği bir senaryo modeli var: uzaylılar veya tam olarak ne olduğu bilinmeyen varlıklar, insanların bedenlerini ele geçirip, onların içinde, onların üzerinden hayatta kalırlar, o bedenle işleri bitince bir başka bedene geçerek devamlılıklarını sağlarlar. Richard Dawkins‘in yıllar önce yazdığı The Selfish Gene adlı kült kitap, bunun aslında gayet gerçek bir olgu olduğu savını ortaya koyar. Der ki Dawkins, bu gezegendeki sadece insan değil, tüm yaşam formları, ve onların tüm yaşamsal süreçleri, aslında genlerin kendilerini gelecek kuşaklara aktarması ve devamlılığını sürdürmesi işine yarar. Bu genler, kendi devamlılıklarını sağlamak için insanları ve diğer canlıları ve onların üreme mekanizmalarını kullanırlar ve dnalar yoluyla canlılar ölse de onlardan türeyen başka canlılara aktarılarak sonsuza kadar varolmaya çalışırlar. Bu açıdan insanlar, kendi psikolojik kimlikleri ile kendilerini yaşamın ve dünyanın merkezinde görseler bile, aslında birer gen yaşatma, depolama ve aktarma mekanizmasından başka bir şey değildirler.
Dawkins’in kitabında öne sürdüğü diğer bir önerme ise, insanların bu fizyolojik ve biyolojik gen yaşatma ve aktarma görevlerine çok benzer bir başka psikolojik ve sosyal işlevi de üstlendikleridir: Düşünce sistemlerini taşımak, aktarmak ve yaymak. Genler nasıl fizyolojik yapının temel taşları ve aktarım mekanizmaları ise, bu düşünüş şekillerinin, fikirlerin, dünya görüşlerinin, kültürlerin temel taşlarını ve aktarım mekanizmalarını da mem (ing: meme) olarak adlandırmış Dawkins. Genler gibi memler de, yani düşünce sistemleri ve dünya görüşleri, yaşamlarını insanların üzerinden sürdürüyorlar, iletişim, etkileşim, normlar, ödül ve ceza mekanizmaları, aile, toplum, yapısal ve yapısal olmayan öğrenme, sosyal baskı, medya, ve diğer aktarım mekanizmaları ile yayılıyorlar. Biz her ne kadar insanların, toplulukların, toplumların birbirleri ile mücadele halinde olduğunu düşünsek bu sadece bir yere kadar doğru. Dünyada hayatta kalmak ve hakimiyet için mücadele edenler biraz da düşünce sistemleri. Aynı şekilde biz kurumlarla ve diğer sosyal sistemlerle etkileşimde girdiğimizde, biz kendimizi insanlarla ve insan grupları ile karşılaştığımızı ve onlarla “başa çıkmaya” çalıştığımızı, onları etkilemeye çalıştığımızı düşünsek de aslında karşımızdakiler temelde “düşünce sistemleri” ve “dünya görüşleri”. Ve bu düşünce sistemleri insanların ve insanlığın kaderini belirliyorlar. Hatta, insanların kendi kimliklerini de çoğu zaman düşüncelerinde aradıklarını, “ben” dedikleri şeyin çoğu zaman duyguları, duyuları, bedenleri ile birlikte düşünce ve zihinsel formülasyonları olduğu düşünülürse, bu sorgulama başka ilginç yerlere de gidebilir.
İngiliz yazar Charles Reade’in de dediği gibi:
“Düşüncelerinize dikkat edin, çünkü düşünceleriniz, sözlerinize dönüşür. Sözlerinize dikkat edin, çünkü sözleriniz, eylemlerinize dönüşür. Eylemlerinize dikkat edin, çünkü eylemleriniz, alışkanlıklarınıza dönüşür. Alışkanlıklarınıza dikkat edin, çünkü alışkanlıklarınız, karakterinizi oluşturur. Karakterinize dikkat edin, çünkü karakteriniz, kaderiniz olur”.
Bu noktada gelin şu soruyu soralım kendimize. Biz liderler veya liderlere destek olmaya çalışan koçlar, aslında ne ile uğraşıyoruz? İlgi ve odak alanımız ne? Neyi “geliştirmeye” çalışıyoruz, ne elde etmeye çalışıyoruz? Buna kolaylıkla “insanların ve kurumların hedeflerine ulaşmasını sağlamak” ve benzeri yanıtlar verebiliriz, ama bunu en iyi şekilde ve kalıcı etkiler yaratacak şekilde nasıl yapabiliriz diye sorduğumuzda tüm bu düşünce sistemleri bakış açısını ve Reade’in bize verdiği ipuçlarını hesaba katmamız gerekiyor gibi gözüküyor, ne dersiniz? Bunun için de tekrar Robert Kegan’ın önemli sözünü hatırlayalım: “Gelişim, öznesi olduğumuz, onun için de göremediğimiz bir oluş halini, (yani düşünce ve dünya görüşü sistemini) nesnelleştirebilmek, onu inceleyebilmekle olur. Bir seviyenin öznesi, bir sonraki seviyenin nesnesidir”.
Bu açıdan ve Reade’in sözlerini kılavuz olarak alırsak, yaptığımız işin, biraz dramatik, biraz romantik, hatta biraz da kibirli gözükmeyi göze alarak, insanların ve kurumların kaderlerine yeni bir yol vermelerine destek olmak olduğunu iddia edebiliriz. Bunu yapmak için de bu kişi ve toplulukların alışkanlık haline gelmiş eylemlerini yeniden düzenlemelerine, kendilerine ve başkalarına anlattıkları hikayeleri yeniden gözden geçirmelerine ve bazen yeniden yorumlamalarına yardım ediyoruz. İşte bunu yaparken Reade’nin sözlerini, tüm bu alışkanlıkların, davranışların, sözcüklerin temelini, düşünce sistemlerini hesaba katmamak, herhalde yapabileceğimiz en temel hata olur.
O koçluk yaptığınız ve daha önce hep başarılı olmuş ancak yeni yükseltildiği pozisyonda ve/veya yeni katıldığı kurumda zorlanan yöneticinin zorlanmasının tek nedeni sandığımız ve çeşitli enstrumanlarla da test ettiğimiz gibi sadece yeni liderlik becerileri geliştirme gereği, davranış ve iletişim stillerinin yeni kurum/pozisyonu ile uyumsuzluğu değil. Veya kurumunuzda yaymaya çalıştığınız katılımcı liderlik modelinin, koçluk kültürünün, performans modelinin, vb., tam olarak kabul edilmemesinin nedeni, yöneticilerin çok yoğun olması ve bu modele “henüz” yeterince inanmamış, modeli “henüz” yeterince tanımamış olmaları veya bu işle uğraşmak istememeleri, eski yaklaşımlarının kolaylarına gelmesi değil. En azından sadece bu değil. Sistemleri sadece kendi düşünce sistemimizin ışığında, onların davranışlarına yön veren dünya görüşlerini hesaba katmadan veya onları küçümseyerek müdahale etmeye kalktığımızda, işte bu gibi hatalara düşebiliyoruz.
Reade’nin de dediği gibi düşünceler, sözleri, eylemleri, alışkanlıkları belirlediği için, karşı tarafın düşünce sistemlerini ve dünya görüşlerini anlamadan etkileşime girerseniz, ne sözleri, ne eylemleri, ne de alışkanlıkları anlarsınız. İşin daha da kötüsü, bu sözleri, eylemleri ve alışkanlıkları, kendi düşünce sisteminiz, dünya görüşünüz, yani değerler sisteminizle değerlendirirseniz, yanlış anlarsınız. Doğal olarak da yanlış anlaşılırsınız. İstediğiniz sonucu hiç bir zaman alamaz, neden alamadığınızı da anlamaz, anlayamadığınız için de yine kendi düşünce ve değer sisteminizin filtrelerini kullanarak karşı tarafı suçlarsınız. Belki iddialı olacak ama şu cümle, belki de şu anda ülkemizde ve dünyada olan çatışmaların büyük bölümünü açıklıyor olabilir.
Bu açıdan baktığımızda birer lider, birer kurumsal danışman, birer koç olarak iyi bir “düşünce sistemleri atlası”na ihtiyacımız olduğu apaçık ortada gibi gözüküyor gibi. İyi bir kurumsal koçun, danışmanın, hatta liderin araç çantasında kesinlikle olması gereken şeylerden birisi de işte bu “sosyal düşünce sistemleri atlası”. Ancak böyle bir yaklaşımla kurumlara destek olmaya çalışırsak, gerçekten burada ne oluyor sorusuna doğru yanıtlar verebilir, tam olarak birer tanık rolünü üstlenerek bu sistemin gelişimine kendi gerçekleri içinde destek olabiliriz. Bu bakış açısına, düşünce sistemleri yaklaşımına sahip değilsek muhtemelen biz de destek olmaya, danışmanlık yapmaya veya liderlik yapmaya kalktığı insanların gerçeklerini anlamadan ve hesaba katmadan kendi düşünce sistemlerinin ışığında kendi inandığı doğruları yutturmaya çalışan, ve kısa sürede marjinal kalan kişilerden biri haline gelebiliriz.
Şanslıyız ki son 20 – 30 yıldır bir çok psikolog ve sosyal bilimci, araştırmaları ile bizim işimizi kolaylaştıracak haritalar çıkarmayı başardılar. Bundan sonraki bir iki yazımızda bu haritaların bazılarına değinecek, bu ve benzeri haritaları kurumlara liderlik ederken ve koçluk ve benzeri şekillerde destek olurken nasıl kullanabiliriz, bunu tartışacağız.
merhabalar ,
yeni yazınızdaki bakış açısı çözümleri üretirken dirençleri den algılamamıza yardımcı olacak, teşekkürler ….
5 duyunun algıladıklarını tanımlarken ve anlamlandırırken dikkate alınan veriler kişilerin bilinç ve bilinçaltı kalıplarına göre değişkenlik gösterdiğinden ve düşüncelerin enerjisi bulaşarak genişlemek istediğinden her an dengede, tamlık bütünlük algısı içinde olmak bir anahtar olabilir ,
saygılarımla ,
yasemin okçu