Okuma süresi: 5 dk.
Bu haftaki yazımızı okumadan önce, sizden bir ricam var: on saniye durun, ve yakın veya uzak zamanda, gerçekten öğrendiğiniz bir şeyi düşünün. Öğrenmekten kastım, bir bilgiyi depolayıp sonra yeri geldiğinde bir başkasına satmak değil. Gerçekten öğrenmek. Yani belli bir konuda farkındalığınızın ciddi şekilde artması, düşünüş ve anlayışınızın değişmesi veya genişlemesi, ve bu değişimin davranışlarınıza yansıması. Muhtemelen içinde ciddi bir duygusal deneyim de olan bir öğrenme… Böyle bir öğrenme deneyiminizi hatırlayın ve şu soruyu sorun kendinize: “bu deneyimdeki öğrenmeyi sağlayan şey neydi? Hangi unsurlar, bu şekilde bir öğrenmeyi gerçekleştirmek için bir araya geldiler?” Bu sorunun yanıtlarını bir dakika, veya hiç olmazsa on – onbeş saniye düşünün, ve bir kağıda, hiç olmazsa aklınıza not ediverin.
Tamamsanız devam edelim…
Nöropsikologlar, son yıllarda artan görüntüleme imkanlarını son yazımızın sonunda sorduğumuz:
“Değişim nasıl gerçekleşir? İnsanlar, yukarıda bahsedilen şekilde bir değişimi gerçekleştirmek için nasıl davranmalı? Kalıcı ve anlamlı bir değişim stratejisi nasıl yaratabiliriz? Ben kendim nasıl değişebilirim? Başkalarının değişmesini nasıl sağlayabilirim? Böyle bir değişime nasıl, ne şekilde liderlik yapmam lazım?”…
sorularını derinine araştırmak için kullanmışlar. Görmüşler ki insanın zihinsel, duygusal ve bedensel/eylemsel gelişimi ve bu alanlardaki alışkanlıklarındaki değişikliklerin, beyinde de karşılığı var, beyin de değişiyor. Sonra “peki” demişler, “o zaman beynin değişimini, gelişimini destekleyecek, insanın nörolojik yapısına ve işleyişine dayanan, onun nasıl çalıştığını baz alan bir öğrenme ve değişim stratejisi nasıl yaratabiliriz?”
Diyor ki Nöropsikologlar, eğer bir konuda gelişmek, gerçekten bir şeyler öğrenmek, kalıcı değişim sağlamak istiyorsanız, öğrenme stratejiniz dört unsurdan oluşmalı… Bu dört unsuru, yine beynin hatırlamasını destekleyecek şekilde, İngilizce baş harfleri ile adlandırmışlar, ARIA diye…
Şimdi baştaki alıştırmamıza dönelim: Muhtemelen bu deneyiminizde sizin ilgi ve dikkatinizi öğrenmek istediğiniz konuya çeken ve orada tutan bir şey, bir neden vardı… Yani ya bir şekilde bunu öğrenmek sizin için çok önemliydi, ya canınızı yakan bir durum vardı, yada çok istiyordunuz… Ve bu sayede dikkatinizi bu konu üzerinde, istediğiniz gibi bir değişim yaratana kadar tutabildiniz.
Nöropsikologların bulguları da bunu destekliyor: Bir şeyi öğrenmek, bir konuda kalıcı değişiklik yaratmak istiyorsanız, öncelikle dikkatinizi (Attention) bu konuya odaklamalı, ve istediğiniz yönde bir değişim veya gelişim kaydedene kadar da konunun üzerinde tutmalısınız.
Diyelim ki hiç resim yeteneğiniz yok. Şu anda çalıştığınız kurum, şirket, size önümüzdeki 6 ayda, aynen normal iş hedefleriniz gibi bir hedef veriyor: Resim yapmayı öğrenmek… Tabi ki Picasso olmak değil, ne bileyim, bir natürmort resmi eli yüzü düzgün şekilde, portakalın portakal, elmanın da elma olduğu anlaşılabilecek şekilde yapmak… Ve bu hedef, sizin şu anki iş hedefleriniz kadar, belki onlardan daha önemli… Tüm kariyeriniz, alacağınız maaş, prim, vb., buna bağlı… Şirketiniz size gerekli kaynak desteğini de yapıyor, her hafta size destek olacak bir resim öğretmeni sağlıyor… Acaba bu durumda, o natürmort resmi idare eder düzeyde yapmayı öğrenemeyecek kaç kişi bulabiliriz?
Bu açıdan çoğu gelişim ve değişim problemi, aslında “dikkat ve odak” ile ilgili problemler olarak karşımıza çıkıyor. Ve bu, büyük bir problem… Çünkü herhangi bir çocukla ve ergenle başa çıkmaya kalkan herkesin çok iyi anlayacağı gibi dikkati zorlayabilirsiniz, manipüle edebilirsiniz, tehditle veya rüşvetle sağlamaya çalışabilirsiniz, ama sonuçta ve temelde, dikkat ancak kişi kendisi isterse, içinden geldiğinde verilen bir şey. Tüm diğer taktikler, onları yapmayı bıraktığınızda veya bir süre uygulayıp da tanıdık hale geldiklerinde, işlemez olur. Ve bu, hem kendi öğrenmek istediğimizi iddia ettiğimiz şeyler için, hem de başkalarına öğretmek istediğimiz, onlarda değişimine liderlik etmeye çalıştığımız şeyler için, en büyük problemimiz. Bunun ne kadar zor ve bazen de tehlikeli bir süreç olabileceğini ilerideki yazılarımızda konuşmaya devam edeceğiz.
Ancak kısaca şunu söyleyelim: Tüm dünya, sizin zihniniz ve beyniniz de dahil olmak üzere, sizin dikkatinizi değişim yaratabilecek kritik alanlar yerine, şimdiye kadar alışkanlık ile nereye koyduysanız tekrar oraya koymanız için el birliği içinde. Tüm dünya, geçen yazıda bahsettiğimiz gibi amygdala’nızı ve SCARF tepkilerini tetikleyerek, veya arzularınızı kullanarak sizi alışkanlıklarınız içinde tutmak için tasarlanmış durumda. (SCARF ne demek öğrenmek için tıklayınız.)
Bu yazı, Türkiye’nin Suriye sınırında ciddi bir trajedi yaşadığı günlerde yazıldı… Suruç’ta en az 30-40 gencin katledildiği olay üzerinde tüm ülkenin dikkati. Facebook sayfaları, gazeteler, düşünürler, STKlar, aklınıza gelen herkes ve onun teyzesi ve kuzeni, bu olayı doğuran koşulları tartışıyor, konuşuyor, bu koşullara lanet ediyor… Ancak en fazla bir hafta, muhtemelen de bir iki gün sonra dikkatimiz yine başka konulara kayacak. Bu olay, gündemden düşecek. Bunu nereden mi biliyorum? Çünkü hep öyle oldu. Bu sefer de öyle olacak. Ve gerçek değişim yaratmanın tek yolu dikkati, kişisel ve sosyal dikkati bu konular üzerinde tutabilmek… Liderlik de bu demek aslında. Ve bu, görüldüğü kadarı ile, çok riskli… Çünkü tüm sistem, sizin nörolojik sisteminiz de dahil olmak üzere, kendini ve mevcut dengesini korumak amacı ile bunu yapmamanız için çalışıyor. Bu yüzden değişim çok zor. Bu yüzden öğrenmek çok zor. Bu yüzden değişimin nasıl çalıştığını anlamak çok ama çok önemli.
ARIA modelinin liderlik ve kolektif değişimi yönetmek için kullanımına bir sonraki yazıda devam edeceğiz. Parantezi kapayalım.
Öğrenme deneyiminize dönersek, başka ne vardı acaba? Tamam dikkatinizi konuya verdiniz, bu dikkatini üzerinde tutmanın da belli bir şekli vardı muhtemelen. Muhtemelen bazı sorular sordunuz, “ne oluyor burada?” gibi, “bu nasıl oluyor?” gibi…
Nöropsikologlara göre bir şeyi öğrenmek, kalıcı değişim yaratmak için dikkatimizi verdiğimiz konuda derin düşünmek, tefekkür etmek, (Reflection), modelin ikinci adımı. Eski hocalarımdan Bilge Şeker’in de dediği gibi, düşünmek soru sormaktır; doğru düşünmek ise doğru soruları sormak… “Burada ne oluyor” işte böyle sorulardan birisi… “Bu durumu ben niye yaşıyorum? Asıl istediğim ne? Ben bu duruma nasıl katkıda bulunuyorum? İnsanların bana böyle tepki vermesinin nedeni ne olabilir? Acaba benim böyle tepki vermemin nedeni ne? Burada üzerinde çatıştığımız asıl şey ne olabilir? Kendimi onların yerine koysam, ben de aynı şeyleri söylemez miydim?…” listeyi uzatabilirsiniz. Eğer soru mevcut durumunuzu azıcık tehdit etmiyorsa, muhtemelen doğru soru olmayabilir!
Bu soruları sormanın en önemli fonksiyonlarından bir tanesi de bizi öğrenme ve değişme sürecinin bir parçası haline getirmesi. Yani beynin değişmesi için, sürecin bir parçası haline gelmesi, çalışması, düşünmesi, zorlanması lazım. Pasif olarak öğrenemiyor, değişemiyor insanlar. İşte bu yüzden derin düşünmek, öğrenme sürecinin çok önemli bir parçası.
Çünkü ancak bu şekilde, kendimizi zorlayarak, derin düşünerek, tefekkür ederek, çatışmalı, ortaya çıktığında başlangıçta bizi rahatsız edecek, ama aynı zamanda da özgürleştirecek alanlara girerek ve onları da görünür hale getirerek yeni bilgiye, içgörüye, yeni bir anlayışa ve farkındalığa (Insight) varabiliriz. Ancak yeni bilgi, yeni farkındalık, yeni bir anlayış kalıcı bir değişim yaratabilir. Ancak bireysel veya hep birlikte farklı bir anlayışa ulaşırsak, kendimiz için yeni bir anlamlandırma yaratabilirsek, yeni bir kimlik tanımı üzerinde anlaşabilirsek, daha önce karanlıkta kalan taraflarımızı yeni bir kabulle içimize alabilirsek bulunduğumuz yerden farklı bir yere gelebiliriz. Ancak o zaman o yetenekli çocuk, virtüözlük yolunda ilerleyebilir. Muhtemelen sizin deneyiminizde bu yeni içgörü bir çeşit “aha!”, veya daha Türkçe’si ile “ana!” ile gerçekleşti.
Çünkü bu yeni bilgi, bu yeni farkındalık, bu yeni iç görü, insanı ve insanları, yeni eylemler denemek için özgür bırakır. Jean-Jacques Rousseau’nun da dediği gibi “ne yaptığımın farkında değil isem, onu yapmaya devam etmekten başka şansım yok”. Ancak bir iç görüm, farkındalığım varsa, SCARF tepkileri vermeye başladığımda, yani alışkanlıklarımın rahat ettirici bölgesinden çıkıp da farklı bir şeyler yapmaya başladığımda beynimin beni korumaya çalışan tarafının alarm sinyallerini duyup, onları sakinleştirip, yönetimi tekrar mantık ve kararlarla, anlayış ve farkındalıkla ilerleyen prefrontal ön korteks’e, bilişsel merkezime verebilirim. Daha önceki bir yazımda bahsettiğim gibi bunu yapamadığımda, sadece mevcut koşullara tepki veren bir seri şartlanmanın esiri olarak yaşamaktan çıkamam çünkü…
İşte bu içgörü, bu farkındalık, bu yeni anlayışlar sayesinde yeni eylemlere (Action) geçerim. Bu eylemlerin mükemmel olmasını beklemem, ne de olsa yeni bir farkındalığı, anlayışı, anlamı yeni bir eyleme çevirmeye ve bu sayede yeni bir sonuç almaya çalışıyorum. Alıştırma değildir yeni eylemlerim, belli bir “doğru” sonucu olan, ve bu sonuca ulaşamadığımızda hatalı yapmış olacağımız bir eylem değildir. Eylemlerim daha çok “deney”dir. Ne sonuç vereceği hakkında bir hipotezim vardır, ancak bunu kesin olarak bilmem. Denerim, ve her deneyin sonucunda olduğu gibi bu deney yeni bilgi ve anlayış üretir. Kendimi ve çevremi daha iyi tanırım bu sayede. Ve bu deneyin sonuçları üzerinde tefekkür edecek, düşünecek ve yeni içgörüler yaratacak yeni şeylerdir… Denemelerim, eylemlerim devam ettikçe, yeni içgörü, yeni öğrenmeye, yei davranışa dönüşür.
Ancak bu döngü içinde kalırsam, dikkatimi değişim gerektiren konuda tutarsam, bu konuda derin düşünürsem, edindiğim içgörüleri eyleme dönüştürürsem ve bu eylemlerin sonuçlarını da dikkatle tefekkür edersem, o zaman kalıcı değişim, o zaman öğrenme gerçekleşir… Nöropsikologların araştırmaları böyle diyor…
Üstüne üstlük sadece onlar da demiyor. Bir çok modern koçluk veya terapi yaklaşımın temelinde de aslında değişimin mekaniği hakkında buna benzer içgörüler var. Örneğin Gestalt yaklaşımının temeli, kişinin kendi dikkatini nasıl yönelttiği ve bu sayede kendi deneyimini nasıl tanımladığına farkındalığını davet ederek ve bu konuda içgörü geliştirmesine ve bu sayede de yeni tercihler yapabilmesine dayanıyor. Nöropsikologlar, bu dörtlü stratejiyi kullanarak Obsesif Kompalsif Davranış Bozuklukları’nda kısa sürede ilaçsız kalıcı gelişme yaratabildiklerini bildiriyorlar. Bu konuda ve nöropsikolojinin koçluktaki kullanımı konusunda bir makaleye buraya tıklayarak ulaşabilirsiniz.
Daha da geçmişe gidelim. Buddha’nın bir çok sutrasında, özellikle de Satipatthana sutrasında “aydınlanmaya giden doğrudan yol” olarak önerdiği yöntem de bu aşamaları içeriyor. Konsantrasyon geliştir. Bu konsantrasyonunu bedenine, duygularına, zihnine ve zihnin ürettiklerine çevir, bunların gerçek doğasını tefekkür et. Bunun sonucunda gelecek sezgisel bilgiyi hayatının temeli yap.
Şimdi sorum size şu: Yaşamınızda hangi alanda istediğiniz değişim ve öğrenmeyi henüz gerçekleştiremediniz? Neden?
Bir sonraki yazımızda ARIA’yı bir lider olarak kalıcı değişim için nasıl kullanabileceğinizi araştıracağız.
Son derece başarılı bir yazı ve akıcı bir anlatım. Elinize sağlık…