Gelin bir kaç yazıdır araştırdığımız, varoluşsal travmamızın ve eksik benliğimizin üzerimizdeki, yaşamımızdaki, ilişkilerimizdeki, yani bedenimiz, kalbimiz ve zihnimiz üzerindeki etkilerine farkındalık getirelim. Getirelim ki, içimizdeki boşluğu "anlam"a, eksiklik hissini anlamaya ve gereksiz yükleri bırakmaya, keçi boynuzu tadı veren mutluluk – mutsuzluk döngüsünü kalıcı ve koşullardan bağımsız bir halinden memnuniyet haline dönüştürebilelim. En azından yola çıkalım, adım atalım.

Bedendeki hayalet…

Şu anda durun ve bedeninize farkındalık getirin. Acaba herhangi bir gerginlik var mı?

Mesela çenenizi sıkıyor olabilir misiniz? Veya alnınızı kırıştırıyor veya kaşlarınızı çatıyorsunuz belki?

Omuzlarınız ne durumda? Ya elleriniz? Karnınızı içeri mi çekiyorsunuz? Kalçanızı kasıyor olabilir misiniz? Göğsünüz ne alemde? Ya bacaklarınız? Yoksa ayaklarınızı mı sallıyorsunuz?

Eğer siz de çoğumuz gibiyseniz, bedeninizde bir yerleri gerdiğinizi bulmuş olabilirsiniz. Bununla ilgili hiç farkındalık içinde bile olmayabilirsiniz. Hatta bu gerginlik o kadar tanıdık hale gelmiş, o kadar bedeninizde yer etmiş olabilir ki, bedeninizi bu şekilde taradığınızda bile sizden kendini gizler durumda olabilir. Ancak duruş bozuklukları, ara sıra ortaya çıkan veya kronik ağrılar, yorgunluklar halinde ipuçlarını fark ediyor olabilirsiniz bu gerginliğin. Sanki bu gerginlik, doğanızın, bedeninizin bir parçası, ikinci bedeniniz haline gelmiş olabilir.

İşte bu yüzden buna "Gerginlik Bedeni" deniyor.

Farkındalık ve beden
Bedenin ve duyuların içinde hapis kaldığı gerginliklerin farkında mısınız?

Gelelim kalbinize. Orada durumlar nasıl?

Yapılan araştırmalar, insanların çok büyük kazançlar yaşadıklarında da, çok büyük şanssızlıkların kurbanı olsalar da bir süre sonra yine bu olaylardan önceki ortalama mutluluk seviyelerine geri döndüklerini, bu ortalama duygu hallerinin sanki yerçekiminin havaya atılan bir elmayı yine yere düşmesini sağlaması gibi insanları da kendine geri çektiğini gösteriyor.

Sizin ağırlıklı ortalamanız ne?

Kalp bölgenize farkındalık getirin: Sizi kendi halinize bıraksak en fazla ne gibi duygular kaplar göğsünüzü? Kendinizi hangi duyguların esiri olarak buluyorsunuz tekrar tekrar? Sizin içsel yaşamınızın temel duyguları hangileri?

Duygu ve his ayrımını severim: Duygular her zaman geçmişle, geçmişin tamamlanmamış işleri ile alakalıdır. Geçmişte halledemediğimiz, hazmedemediğimiz konulara uzaktan yakından benzeyen durumlar, bizde aslında bugüne ait olmayan, bazen de hiç de duruma uymayan duyguları tetiklerler. Hisler ise bugünle ve bugünde olanlarla ilgili bedenin bize verdiği sinyaller, bilgilerdir.

Siz geçmişten taşıdığınız hangi halledilmemiş meseleleri, hazmedilmemiş bu yüzden de katılaşmış duyguları taşıyorsunuz kalbinizde, genelde? Neler, ne gibi durumlar duygularınızın birden tetiklenmesine neden oluyor? Ve bu yeterince çiğnenmemiş, farkındalık ile bakılmamış, bu yüzden de hazmedilmemiş duyguların demirden gömleği içinde hapis bir kalp ile yaşamanın maliyeti ne?

Bu duygular o kadar kalıcı, o kadar ısrarcı oluyorlar ki kalbimizi esir alıyorlar, sanki bizim bedenimizin çevresinde bir ikinci beden haline geliyorlar. Kimse onlara da dokunmadan bize dokunamıyor.

Bu yüzden "Duygu Bedeni" diye adlandırılıyorlar.

duygular ve farkındalık
Duygular, acı, ıstırap: Bugüne mi ait, yoksa geçmişe mi?

Ya zihniniz?

Zihninizden geçen düşünceleri bir gün boyunca izleyin ve not alın. Muhtemelen hep aynı düşüncelerin geçtiğini, ve düşüncelerin de sanki bir kısır döngü gibi, dairesellik içerdiğini göreceksiniz. Göreceksiniz ki pek de bir orijinalliği yok düşüncelerinizin. Ve üstelik kendimizi en fazla tanımladığımız, en fazla ben yaptığımız düşüncelerin de çoğu zaman bizim kontrolümüzde olmadığını, çevremizde olanlarla tetiklendiğini ve sanki birbirine uç uca eklenmiş halkalardan oluşan bir zincir gibi her bir düşüncenin bir sonrakini doğurduğunu fark edeceksiniz. Bir inzivada banyoda kendimi "Papa was a rolling stone!" diye şarkı söylerken bulduğumda dönüp düşünce akımımı geriye doğru izlediğimde tüm o akışın, kaldığımız doğal ürünler de satan otelde kapıma bırakılmış olan ürün listesi ile başladığını görmüştüm. Oradan oraya nasıl geldim hiç sormayın!

Farkındalık şimdi bu alana çevrilsin: Sizin zihninizde hangi düşünceler dönüp duruyor? Nasıl bir akışla düşünceler birbirini takip ediyor? Kendinize neler derken buluyorsunuz kendinizi genellikle? Nasıl bir bulut zihninizi kaplamış bir şekilde yaşıyorsunuz genellikle? Bu bulutun, bu sisin rengi, yoğunluğu, tonu nasıl? Bu düşünceler sizi genellikle nasıl yönlendiriyor? Nasıl geriyor bedeninizi? Hangi duyguların nedeni bu düşünceler genellikle?

Ve farkında mısınız, bu tekrar eden düşünceler, bu ardı arkası kesilmeyen ve pek de değişmeyen mental aktivite de katılaşmış, sabitleşmiş, bedene bürünmüş durumda.

Buna da "Mental Beden" diyorlar.

ne düşündüğünün farkındalığında mısın
Düşün, taşın, ne hale gelir işin?

Samsara'nın Haritası

İşte bu üçü, gerilim bedeni, duygu bedeni, mental beden, bir kaç yazıdır bahsettiğim o varoluşsal travmamızla ve eksik benlikle besleniyorlar. Biz aslında doyurulamayacak açlıklar peşinde koştukça, tatmin edilemeyecek duyguları tatmin etmeye çalıştıkça, çözülemeyecek problemleri çözmeye çalıştıkça, bedenimizde, kalbimizde, zihnimizde kendilerine yer buluyorlar ve bizi duyularımızdan, hislerimizden, farkındalığımızdan koparıyorlar.

Eksikliği tamamlayamaz ve açlığı doyuramazsınız, çünkü tamamen bir kurgu üzerine kurulu.

Duyguları tatmin edemezsiniz, çünkü bugüne ait değiller.

Problemleri düşünerek çözemezsiniz, çünkü gerçek değiller, tamamen bir yanlış anlamadan kaynaklanıyorlar.

Kendinizde eksik gördüğünüzü tamamlamaya, açlığınızı gidermeye, duygularınızı tatmin etmeye, problemlerinizi düşünerek çözmeye çalışmak, sanki bir bataklıkta çırpınmak gibi, bizi daha da içlerine çekiyor, daha da fazla ıstırap çekmemize neden oluyor.

Bu yüzden de bu üçünün birlikteliğine "Samsara Bedeni" adı veriliyor. Samsara bazı kadim öğretilerde anlatılan cehalet, açgözlülük ve öfke ile koşullu, delüzyon dünyası. Yani içinde yaşadığımız bu dünya. Bu beden. Bu kalp. Bu zihin. Buna Eckhart Tolle "Acı Bedeni" diyor. Belki travma bedeni, yanlış anlama bedeni, cehalet bedeni, kurgu bedeni gibi isimler de takabilirdik.

Çıkış Yolu

Çıkışlar bu taraftan…

Ama buna mahkum değiliz aslında.

Çıkış yolları var. Sadece bizim sandığımız yerde değiller.

Ünlü meditasyon hocası Joseph Goldstein, "çıkışa giden yol, korktuğunuz şeyin içinden geçiyor" diyor. O yüzden de bu bataklıktan çıkmak için çırpınmak yerine durmak, sakinleşmek ve gevşemek, zihindeki bitmez düşünceleri sessizleştirmek ve olana, olmakta olana alan vermek gerekiyor.

Bu üçü, Sessizlik, Hareketsiz sakinlik ve Alan, "üç değerli ilaç" olarak adlandırılıyor. Bu üç ilaç içimizdeki yanlış anlamayı ve gerçeğin doğası hakkındaki cehaleti olduğu gibi görmemize imkan veriyor çünkü…

Bu sayede iyileşmeye, şifalanmaya başlıyoruz.

Bu sayede bedenimizle daha güçlü, daha derinden, daha destekleyici bir ilişki kuruyoruz. Sakinleşiyoruz. Gerginliklerimiz kendini bırakıyor. Gevşiyoruz. Bedenimize iyi davranmaya, onun bize verdiği sinyalleri dinlemeye başlıyoruz. Bedenimizin ve bedenimizi duyular yoluyla bize verdiği bilgilerin içinde farkındalıkla ve onun esiri de olmadan yaşamaya başlıyoruz.

Gerginlik bedeni, yavaş yavaş "Duyu Bedeni"ne dönüşüyor.

autumn
Duyuların içinde ve onun farkındalığı içinde yaşamak…

Kalbimizdeki halledilmemiş duygulara alan veriyoruz ve sakince dönüp bakıyoruz. Artık öfke, korku, utanç, endişe gibi duygular ortaya çıkınca tüm psikolojik alanımızı kaplamıyor, yani sadece öfke, sadece korku, sadece utanç olmuyoruz. Farkındalık ile bakıyor, şu anda içimde öfke var diyoruz sakince, ve dönüp inceliyoruz bu duyguları. Bu sayede onları "çiğniyor" ve hazmediyoruz. Kalbimiz rahatlıyor, sakinleşiyor, gevşiyor, açılıyor. Hatta derinleşiyor. Derinleştikçe geçmişin duygularındansa olmakta olanla ilgili önemli bilgiler içeren hisleri fark ediyoruz. Hani bazen bir kişiyle yürüyen sancılı ilişkimiz bittiğinde veya sonunda belalı çalışanımız işten kendisi ayrıldığında durup da deriz ya "ya biliyordum aslında bunun yürümeyeceğini, içimde bunu hissediyordum baştan beri, ama göz ardı ettim", artık göz ardı etmez hale geliyoruz bu hisleri.

Duygu bedeni, yavaş yavaş "His Bedeni" dönüşüyor.

Hislerin bilgeliği size eylemlerinizle ilgili ne gibi bir yol gösteriyor?

Bu hisleri bir bilgi kaynağı ve yol gösterici olarak duyularımızın yanına ekleyince fark ediyoruz ki bunlar bizi açlığı besleyene, hırsa, hasete değil de çoğu zaman doğru olana, erdemli olana, vicdanımızı rahat tutana, bizi esen tutana, huzura yönlendiriyor.

Böyle olunca da zihnimiz de sakinleşmeye başlıyor. Tekrar eden düşünceleri sahiplenmeden gözlemler duruma geliyoruz. Biz onlara dönüp de baktıkça, onlarla kavga etmeden ve onlara da tutunmadan onlara alan verdikçe fark ediyoruz ki bulutlar gibi geliyorlar, bir süre kalıyorlar, sonra geçiyorlar. Farkındalık arttıkça düşünceleri oldukları gibi, sadece birer düşünce olarak görmeye başlıyoruz. Anlattıklarının da gerçek değil, sadece gerçeklik hakkında birer hikaye olduğunu anlıyoruz. Böyle olunca zihnimiz iyice sakinleşiyor, sessizleşiyor. Fark ediyoruz ki bulutların ardında uçsuz bucaksız, engin, renksiz, tarafsız, şeffaf ve berrak bir gökyüzünün olması gibi bizim de düşüncelerimizin altında aynı şekilde uçsuz bucaksız, engin, renksiz, tarafsız, şeffaf ve berrak bir farkındalık var. Ve nasıl bulutlar gökyüzünü kaplasa bile gökyüzüne bulaşamaz, onu değiştiremez, onu olduğundan farklı bir şeye dönüştüremezlerse, bizim zihnimizin gerçek doğası olan farkındalığımızı da düşünceler kaplasa bile, farkındalığa bulaşamaz, onu değiştiremez, onu olduğundan farklı bir şeye dönüştüremezler. O berrak, her zaman tarafsız, her zaman engin farkındalıktır.

Böylece, bunu fark ettikçe, zihnimiz sakinleştikçe, mental beden, yavaş yavaş "Farkındalık Bedeni"ne dönüşüyor.

Sunset over beach
Photographer: Charlie Hang | Source: Unsplash

Bu üçünün birlikteliği ister istemez olaylara ve olgulara daha duru bir gözle, daha tarafsızca, tutunmadan, güçlü, açık ve berrak bir biçimde, olanı olduğu gibi görerek bakmamıza neden olmaya başlar.

Bu yüzden belki de bu birlikteliğe "Bilgelik Bedeni" deniyor.

Ve fark edeceğiniz gibi Samsara Bedeni ve Bilgelik Bedeni, bir ve aynı. Yani samsara ve nirvana, bir ve aynı. Aralarındaki tek fark cehaletin ve yanlış anlamanın ortadan kalkması.

İşte yolumuz bu. Yürümeye çalıştığımız, adım atmaya çalıştığımız yol bu.

Aynı şekilde Güçlü Beden – Berrak Zihin – Açık Kalp Programı da bu yolda yürümeye başlamak için bir basamak olmayı amaçlıyor.

Bu basamağı kullanarak ister bu programda öğrendiğiniz teknikleri yaşamınızı daha güzel ve anlamlı hale getirmek için alet çantanıza ekleyebilirsiniz, isterseniz de program sonrasında Kalp Yolu olarak adlandırılan kadim bilgelik yolunda ilerlemek için siz de benim gibi yola koyulabilirsiniz. Bu programla ilgili daha detaylı bilgilere buraya tıklayarak ulaşabilirsiniz.

Geçen yıl Güçlü Beden – Berrak Zihin – Açık Kalp üzerine 4 yazılık bir seri yazmıştım. Bu yazılar daha önce yazılmış olsa da aslında sırası bu yazıdan sonraya düşüyor. Çünkü bu yazılar bu samsara bedeniyle yaşamanın yarattığı kopukluğu, ve bu kopukluktan kurtulup da bilgelik bedenine Güçlü Beden – Berrak Zihin – Açık Kalp yoluyla nasıl ulaşabileceğimizi anlatıyor. Bu yazılara aşağıdaki linklerden ulaşabilirsiniz:

Yaşamı Bir Kutlama Olarak Yaşamanın Olmazsa Olmaz 3 Parçası…

Bedenle Farkındalık İçeren Güçlü Bir İlişki Geliştirmenin 6 Adımı

Olanı Olduğu Gibi Gören, Berrak Bir Zihin Geliştirmek İçin 4 Öneri.

Açık Bir Kalple Yaşam İçin Farkındalık, Cesaret, Güç… Pratik Öneriler

Yakında yeni yazılarda görüşmek üzere.