Geçen yazımızda nasıl kendimizi gerçeklerden ve kendi içimizdeki duygulardan kopardığımızı ve bunun maliyetlerini incelemiştik. Sonra da tüm yaşamımızı, yaşamdan kopuk değil de bir kutlama olarak nasıl yaşayabileceğimizi tartışmaya başlamıştık. Bu yazımızla bunun en önemli parçalarından biri olan "bedenimizle güçlü ve farkındalık üzerine kurulu bir ilişki geliştirmek" üzerine konuşmaya devam ediyoruz.
Biz, her ne kadar bunu çoğu zaman unutsak da, bir bedenin, hem de bu bedenin içinde yaşıyoruz. Her türlü hazzı ve her türlü acıyı bu beden aracılığı ile deneyimliyoruz. Her türlü duygumuzu da bu bedenin aracılığı ile yaşadığımız için geçen yazımızda bahsettiğimiz Kopuk, bedeninden de kopuk bir biçimde yaşıyor. Biz başa çıkamadığımız olgularla, gerçeklerle, ve duygularla karşılaştığımızda, tüm bu duyguları yaşadığımız bedenden ve onun içinde hissettiklerimizden kopmaya çalışıyoruz önce. Beden bizim için acı verici, dayanılmaz, ve korkutucu bir alana dönüşüyor birden, ve biz Kopuk'un kulübesine saklanıyoruz. Jaymes Joyce, Dublinliler adlı kitabındaki bir hikayeye “Mr. Duffy bedeninden kısa bir mesafe uzakta yaşardı” diye işte bu yüzden başlıyor.
Bedeninin nasıl gözüktüğü de zaten bizim için bu başa çıkılmaz, acı verici duyguların önemli bir bölümünün kaynağı bir yandan da. Biz bu bedenden başka bir bedene sahip olmayı deli gibi arzuluyoruz. Bir yandan bu bedenden nefret edip, onu olduğundan başka bir şeye dönüştürmek için çeşitli şekillerde, bazen doğrudan bıçak altına yatarak gelişimsel şiddet uyguluyoruz; bir yandan da onun hislerinin ve onun arzularının tamamen esiriyiz.
İşte Kopuk'un kulübesinden kaçma ve her şey ile bağlantıda, bir kutlama olarak yaşama planımız bu nedenle bedenle güçlü ve farkındalık temelli bir ilişki kurmakla başlıyor. Eğer herhangi bir şekilde özgürleşeceksek ve güçleneceksek, onu bu bedenin içinde, ve hatta bu bedenin yardımıyla yapmamız lazım. Başka yolu yok. Peki güzel, bu güçlü ilişkiyi nasıl, ne yolda kurabilirim?
Bedenin içinde yaşamayı öğren, bedensel farkındalık geliştir.
Buddha’nın “Tam ve mutlak aydınlanmaya götüren direkt yol” diye tanımladığı Satipattana – Bilinçli Farkındalığın Dört Temeli adlı öğretisinde bunu anlatıyor. Yürürken yürüdüğümüzün, otururken oturduğumuzun, yatarken yattığımızın, yemek yerken yemek yediğimizin farkında olmamız lazım. Nefesimize farkında olmamız, nefesi kullanarak bedene ve tam farkındalık ile bağlanmayı öğrenmemiz lazım. Eğer bu bedenin içinde, bu bedenin ve bu bedende olan herşeyin farkındalığı içinde yaşamayı öğrenemezsek, tüm gelişim çabamız da, yapacağımız meditasyon da bir başka kaçış yönteminden başa bir şey olmayacak. Tüm yol buradan, bedensel farkındalık geliştirmekten başlıyor.
Duyguların ve duyuların farkında olmayı öğren.
Dediğimiz gibi, tüm olgular ve o olguların içimizdeki karşılıkları bedenimizde duygu ve duyular olarak ortaya çıkıyor. Zaten bu duygu ve duyulardan kaçmak için bedenimizi terk etmiyor muyuz? Bu duygu ve duyuların içimizdeki hareketlerine farkındalık getirmek, onları anlamak, onlara alan verebilmek, bedenle ve bedenin mesajları ile güçlü bir ilişki kurmanın en önemli unsurlarından biri. Bu duygulardan özgür olmanın yolu sandığımız gibi onlardan kaçmak değil.
Tam aksine onlardan kaçmak bizi daha da onların tutsağı haline getiriyor. Üstüne üstelik bu yüzden bir süre sonra gerçekten ne istiyoruz, mevcut durumlar hakkında nasıl hissediyoruz, neye üzülüyoruz, neye seviniyoruz bunu bilmek bile bizim için zor hale geliyor. Sinirbilimcilere göre beynimize günde yüzbinlerde byte veri geliyor içeriden ve dışarıdan. Bilişsel olarak bunun ancak çok çok küçük bir yüzdesini işleyebiliyor ve bilinçli düşüncelere çevirebiliyoruz. Kalanı bedende duyular ve duygular olarak ortaya çıkıyor. Bedenimizden kaçmak bizi bu önemli veri kaynağından koparıyor. İşin ilginci bu duygularla doğrudan yüzleştiğimizde, onların içindeki bilgiyi ve bilgeliği anladığımızda, işte o zaman onlardan özgür hale geliyoruz. Korktuğumuz şeyden bizi kurtaracak yol, korktuğumuz şeyin içinden geçiyor.
Bedene işkence yapmayı bırak.
Sahip olduğunuz ve yaşadığınız sürece sahip olacağınız tek beden bu beden. İsteseniz de istemeseniz de. Onun için onunla barışsanız, onu kim bilir kimler tarafından konulan bazı standartlara uymuyor diye aşağılamayı ve ona olduğundan başka bir şeye dönüşmesi için gelişimsel şiddet uygulamayı bıraksanız iyi olacak. Beden istediğimiz kadar güzel, istediğimiz kadar ince, istediğimiz kadar sağlıklı, istediğimiz kadar güçlü olmayabilir. Ancak o beden olmasaydı bu yolculuğu yaşamıyor olacaktık. Bu bedenin içine doğduğunuz için özgürleşme şansınız var. Barışın.
Ona karşı uyguladığımız en büyük şiddet de zihnimizin bu ve benzeri gerçekçi ve anlamlı olamayan arzuları ile yarattığı gerilim. Onun için gevşemeyi, bedeni gevşetmeyi öğrenmek, belki de ona yapabileceğimiz en büyük iyilik. Aynı şekilde zorlayıcı ve rahatsız edici duygulardan bizi kısa yoldan ve kısa süre için kurtaran maddelere ve eylemlere geliştirdiğimiz bağımlılıklarımız da bedenimize yaptığımız büyük kötülüklerden. Gerçeklerle ne kadar rahatsız edici veya acı verici olsa da yüzleşmek, bu sayede özgürleşmek, bu sayede gevşemek, belki de bedenimize ve kendimize yapabileceğimiz en büyük iyiliklerden.
Bedene – ona takıntılı hale gelmeden – iyi bak.
Bedene işkence yapmayı bırakmanın doğrudan bir uzantısı, mantıklı ölçülerde ona iyi gelen şeyler yapmak. Tabi onu olduğundan başka bir şeye dönüştürme saplantısına kapılmadan. Abartmadan ve duygularımızdan kaçmak için bu sefer de bedene iyi bakmak için yeni bir bağımlılık geliştirmeden onu güçlendirecek, sağlıklı tutacak, enerjik kılacak, esneklik kazandıracak şekilde yaşamak, hareket etmek, uyumak, beslenmek, egzersiz yapmak, onun da bize bu yolda elinden geldiğince destek olmasına yardımcı olacaktır.
Bedene karşı güçlü olmayı öğren.
Bedenle güçlü ilişki kurmak beden ve onun rahatının takıntılısı olmak demek değil. Tam tersine: zaten bu yüzden, onun içinde ortaya çıkan olumsuz duygulara, rahatsızlığa dayanamadığımız için ondan kaçıyoruz. Bedenimizi kendi haline bıraktığımızda ve onun her dediğini yaptığımızda, evrimsel “bug”lar dediğimiz bazı şeylerin esiri olmak işten bile değil. Bedenimiz evrimsel geçmişinden ötürü ister istemez yüksek oktanlı besinlere öncelik vermeye odaklı, bu tip yüksek karbonhidrat içerikli besinleri belki de bu yüzden bu kadar haz verici buluyoruz. Üstelik bu haz, rahatsızlıklardan hızlı bir biçimde kaçmamız için de iyi bir araca dönüşebiliyor. Aynı şekilde bedenimiz, yine haz beklentisi yoluyla kendinin kopyalarını üretmek, yani üremek için programlanmış, bunun sosyal, psikolojik, ekonomik sonuçları hesaba katmadan. O açıdan karşı cinsle yaşayacağı kısa süreli hazlara sonucunu düşünmeden kendini teslim etmek, bu bedene, zihine ve kalbe büyük zararlar verebiliyorlar. Hele içimizdeki duygulardan kaçmak için Kopuk kısa vadeli bir çıkış yolu arıyorsa…
Bu örnekleri çoğaltabiliriz, ancak öyle gözüküyor ki bedenin esiri olmak, bizi onunla daha güçlü değil, daha zayıf bir ilişki kurmaya götürüyor. Bedenin acıdan kaçıp da devamlı hazza yönelme çabası, hem özünde mutlaka hayal kırıklığına uğraması kaçınılmaz bir çaba, hem de büyük ıstıraplara yol açabiliyor. Dediğimiz gibi, bizi korktuğumuz şeyden kurtaracak olan, korktuğumuz şeyin içinden geçiyor. O açıdan bedene mantıklı ölçüde iyi bakmak ancak onun esiri olmamak, duygu ve duyularımızın doğrudan farkında olmak ve ancak onlar tarafından yönetilmemek, bu yolda öğrenmemiz gereken önemli şeylerden biri.
Bütün bunların sonucunda da bedeni ehil bir biçimde kullanmayı öğren.
Bedenimizi yukarıda özetlediğimiz şekilde ehil olmayan bir biçimde kullandığımızda, sadece ona zarar vermekle kalmıyoruz, aynı zamanda zihnimize ve kalbimize de zarar veriyoruz. Unutmayın, yolumuz hem kendimizle, hem de tüm olgularla doğrudan, özgürce, derinden, bu sayede de bir kutlama olarak yaşamaya doğru. Bunu yapabilmek için de zihnimizin mümkün olduğunca berrak olması, suçluluk gibi, öfke gibi, apati gibi, açgözlülük gibi, korku gibi, uyuşukluk gibi karanlık bulutlarla gölgelenmemiş olması gerekecek. Bedenimizi ehil ve erdemli bir biçimde kullanmadığımızda, bedenimizle kendimize ve başkalarına zarar ve ıstırap yaratıcı eylemlerde bulunduğumuzda, zihnimiz ve kalbimiz de zayıflar, kara bulutlarla kaplanır, Kopuk yönetimi ele alır.
Ancak biz bedenimizle güçlü bir ilişki kurup, onu ehil ve erdemli bir biçimde kullanmaya başladığımızda, işte ancak o zaman beden bize istediğimiz özgürlüğe ulaşmamız için destek olabilir. İşte o zaman bedenimiz, üzerinde berrak bir zihnin ve açık bir kalbin güvenle köklenebileceği güçlü bir kaideye dönüşür. İşte o zaman bedenimizi, beden farkındalığımızı kullanarak berrak biz zihin geliştirmek için çalışmaya başlayabiliriz.
Bir sonraki yazımızda bu kaideye dayanarak nasıl berrak bir zihin geliştirebiliriz, onu tartışacağız. Bir sonraki yazıda görüşmek dileği ile.
Bu yazı dizisindeki gelecek yazıları kaçırmamak için eposta listemize abone olun. Abone olduğunuzda sizler için hazırladığım ücretsiz e-koçluk çalışmasını da size göndereceğiz: