Yapmak istediğimiz o kadar çok şey var ki! İşimizde başarılı olmak istiyoruz, kendimize zaman ayırmak istiyoruz, sevdiklerimizle daha çok beraber olmak istiyoruz, spor yapmak istiyoruz, üst üste koya koya neredeyse boyumuzu aşan “okunacak kitapları” aradan çıkarmak istiyoruz, yeni bir dil öğrenmek istiyoruz, hobimizle ilgili ders almak istiyoruz, her gün bir saat hiç bir şey yapmadan öylece oturmak istiyoruz, kendimizi bütün evrene ifade edecek o projemizi gerçekleştirmek istiyoruz…

Bütün bunları yapmak için yararlanacağımız en önemli hammadde ise zaman. Biz her şeyi zamandan yaratıyoruz aslında. Bu yüzden bize hep “Zamanı İyi Yönetmemiz” gerektiği söyleniyor. Zamanımızı iyi yönetelim ki çok iş başaralım!

Ben ise “Zaman Yönetimi” terimiyle biraz problemliyim. Zamanınızı istediğiniz kadar yönetin, bir günde 24, bir haftada 168, bir yılda 8,760 saatiniz var. Ve bence yöneteceğiniz şey bu dakikalar, saatler değil. Biz istediğimiz kadar yönetmeye çalışalım zamanı, hiç de bize boyun eğecekmiş gibi gözükmüyor değil mi? Belki de yönetmemiz gereken şey zaman değildir, ne dersiniz?

Zaten yaşamın en önemli paradokslarından biri de bu değil mi? Biz insanlar her zaman bizim dışımızdaki şeylerin üzerinde tam kontrolkurmak istiyoruz. İstiyoruz ki bize garantiler verilsin, sahip olduğumuzu sandıklarımız hep bizimle olsun, bir işe atılmadan sonunu görebilelim, ve bu sonuç bizim istediğimiz gibi olsun. İşimizi, elemanlarımızı, yöneticilerimizi, müşterilerimizi, tedarikçilerimizi, piyasayı, ailemizi, arkadaşlarımızı, ailemizi, zamanımızı kontrol etmeye, yönetmeye çalışıyoruz. Yönetmeyi seçmediğimiz tek şey ise kendimiz. Ama galiba yönetebileceğimiz tek şey ise o!

Size bir haberim var: Yönetmeye, kontrol etmeye çalıştığımız şeyler, hiç bir zaman bizim tam istediğimiz gibi olmayacak. Hatta ileri gideyim, şu anda onları yönetiyor gibi gözükmemizin tek nedeni, onların kendilerini bizim yönetiminize uyacak şekilde yönetmeleri. Fark etmemiz gereken şey belki de şu: Yönetmeye çalıştığımız şeyler üzerindeki kontrolümüz %50’den fazla olmayacak, ve coğu zaman 0’a yakın olacak! Ve yönetmeyi en az seçtiğimiz kişi, yani kendimiz, tepkilerimiz, yanıtlarımız, eylemlerimiz, duygu ve düşüncelerimiz, tama yakın kontrol edebileceğimiz tek şey bu dünyada!

Yaşamda aslında tamamen sizinle ilgili olan kaç şeye sanki hiç alakanız yokmuş gibi davranıyorsunuz? Örneğin aslında kendinizden, kendi deneyimlerinizden bahsederken, ikinci tekil şahıs mı kullanırsınız? Kaç kere “Hani istediğin yapılmayınca öfkelenirsin ya…” gibi tamamen sizinle alakalı bir eylemi karşınızdakine yansıtırsınız, bir gün içinde? Sahiplenmediğimiz hiç bir şeyden sorumlu olamayız değil mi?

Aynı şey, zaman ve onunla ilişkimiz için de geçerli. Bu ilişkiyi “zaman yönetimi” gibi, aslında çaresizliğimizi ifade eden ve bizi sorumluluktan kurtaran bir kavram yerine “kendimi yönetmek” veya “zamanla ilişkimi yönetmek” gibi, sorumluluğu üstlendiğimiz bir kavrama dönüştürmek, günümüzü nasıl geçirdiğimizi ne kadar değiştirebilir, bir düşünsenize!

Bir kere neleri içeriyor “kendini ve zamanla ilişkini yönetmek”? Tek tek bakalım:

Kendimiz, özümüz var bu kavramın içerisinde. Yani isteklerimiz, yani tutkularımız, yani korkularımız, yani ihtiyaçlarımız, ve değerlerimiz. Hatırlıyor musunuz geçen haftaki Gerçek Değerler tartışmamızı? Ne demiştik: Yaşam, sizin gerçek değerlerinizin bir ifadesi olduğunda, gerçekten anlamını bulur.

Zamanla ilişkinize baktığınızda ne görüyorsunuz? Dakikalar, saniyeler ellerinizin arasından uçup da gidiyor mu, ve içten içe kızgın mısınız zamana sizi beklemediği için? Yoksa boş mu verdiniz artık gelip de geçen ve hiç de sizi istediğiniz yere götürürmüş gibi gözükmeyen saatlere? Veya barıştınız mı onunla, işbirliği mi yapıyorsunuz?

Yönetmek, hepimizin yaptığı bir noktaya kadar. Ama dediğim gibi nedense çoğumuz asıl yönetmemiz gereken şeyi kaçırıyoruz çoğu zaman. Kendimizi yönetmek demek, sevmediğimiz yönlerimizi baskılamak, onları yok etmeye çalışmak demek değil. Bu maalesef mümkün değil. O sevmediğimiz yönlerde öyle bir güç var ki! Peki, bu gücü niye kendi yararımıza kullanmayalım? Yönetmek de bu değil mi zaten? Zayıflıklara rağmen, onlarla beraber, asıl önemli olana ulaşmak!

Kendini ve zamanla ilişkini yönetmek demek, insanın düşüncelerini, duygularını, sözlerini ve eylemlerini, kendi gerçeklerini ve değerlerini en iyi biçimde ifade edecek olan sonuçlara ulaştırmak üzere düzenlemesi demektir. Bu tanım içinde “zaman”, sonuçlarımıza ulaşmak üzere kullanılan bir hammadde olarak görülmeli bence. Kısıtlı olan bu hammaddeyi nasıl kullandığımız ise bizim hedeflerimize ulaşıp ulaşamayacağımızı belirliyor.

Ajandanızı açın ve son birkaç haftaya bakın lütfen: Zamanınızın ne kadarını durumunuzu korumak veya yapmak zorunda olduğunuzu düşündüğünüz ve zevk almadığınız işleri yapmaya ayırdınız? Günlük aktivitelerinizin ne kadarı gerçek değerlerinizi ifade ediyor? Her günkü üretken zamanınızın ne kadarını sizi o çok istediklerinize götürecek projeler üzerinde çalışmaya, en azından onların üzerinde düşünmeye ayırıyorsunuz? Yaptıklarınızın ne kadarı sizin kendinizi mutlu, üretken, neşeli ve bağlantıda hissetmenize yarayacak

Evet, biliyorum. Sorumluluklarınız var. Yapmanız gerekenler var,  –melileriniz ve –malılarınız var. Hep yakınıyoruz bu işlerden, onları zamanımızın katili olarak görüyoruz. Ama kendi ve danışan deneyimlerimden biliyorum ki istenildiğinde, zaman her zaman yaratılır! “Zamanım yok”un benim dilimdeki karşılığı “kendimi yönetmeyi bilmiyorum/seçmiyorum”.

Size önerim şu: Eğer yapmadıysanız, geçen haftaki yazımızdan da yararlanarak kendi Gerçek Değerler listenizi belirlemeniz. Daha sonra, günlük olarak yaptığınız işlerin de bir listesini çıkarın. Bu işlerin hangileri sizin değerlerinizin bir ifadesi olabilir? Güzel, artık o işleri yapmak zorunda olduğunuz için değil, bunlar sizin kendi benliğinizin bir ifadesi olduğu için yaptığınızı farkedin: Dünyaya “ben buradayım” diyorsunuz.

Peki hangi işler gerçekten angarya, gelecek hedefinize veya değerlerinize uymuyor, ve yapmaktan hoşlanmadığınız işler? Büyük olasılıkla bunları zaten çok da iyi, hakkını vererek yapmıyorsunuz. Önerim bunları mümkün olduğunca delege etmeniz, otomatiğe bağlamanız, veya ortadan tamamen kaldırmanın yollarını bulmanız. Bu hemen mümkün olmayabilir, ama zaman içerisinde bu tip aktiviteleri minimize etmeyi amaçlayın.

Geldik en eğlenceli kısmına. Şimdi değerler listenizden de yararlanarak, aslında ne istediğinizi, yaşamınızın nasıl olmasının sizi gerçekten mutlu edeceğini düşünün: sizin o gerçek değerlerinizin, kimsenin bilmediği o gizli yeteneklerinizin, optimal deneyim yaşayacağınız o aktivitelerin neler olduğunu. Bunu uzun vadede gerçekleştirmek için orta vadeli planınız ne? Bu plana göre bugünne yapmanız lazım? Ne yaparsanız bu yönde ilerlediğinizi göreceksiniz? Hedefinizin bir mucizeyle gerçekleşmesini beklemekten vazgeçin, bu olmayacak. Yaşamınızın bundan sonra nasıl olacağına karar verin, ve çalışmaya başlayın. Bütün büyük yolculuklar bir adımla başlar!

Örneğin diyelim ki büyük bir şirkette yöneticisiniz, ama hayaliniz best seller bir yazar olmak. Biliyorsunuz ki içinizde bu yetenek var, yazdığınız raporlarda bile seziliyor dili kullanma gücünüz. Bu hayalinizin gerçekleşmesi için bu gün ne yapabilirsiniz? Buna günlük rutininiz içinde bir yarım saat bile olsa zaman ayırmaya ve üzerinde bugün çalışmaya ne dersiniz?

Yazımın başında belirttiğim gibi coaching’in klasik alan ve yöntemlerinden biri olan bu çalışma sayesinde danışanlarım, yaşam kalitelerinde ve aldıkları zevkte hemen bir artış hissederler. Hala hayretle ve keyifle görüyorum ki en çok istediğin şeyler için harekete geçmekten, kendin için bir şeyler yaptığını bilmekten daha çok motive eden ne kadar az şey var yaşamda!

Goethe demiş ki,  “Ne yapabilirseniz veya yapabileceğinizi hayal ediyorsanız, başlayın. Cesaret, içinde dehayı, gücü ve sihri barındırır.”.Evet, ne bekliyorsunuz?