İnsan, lider, kendini olabileceğinden kendini nasıl ayrı tutar yazı dizimize devam ediyoruz. Bir önceki yazımıza buraya tıklayarak ulaşabilirsiniz. Bu ilk yazımızda özetle dedik ki:
“…Tüm bunların, kontrolün, masumiyetin, garantilerin, adaletin ve en nihayetinde mutlak ve kalıcı tatmin hissinin peşinde koşarken, yaşamda etkin olmak için en önemli şeylerin ellerimizden kaçtığının farkında bile olmuyoruz: sorumluluk ve güç…
Başıma ne gelirse gelsin, kendimi hangi durum ve koşullar altında bulursam bulayım, zihnimde ve kalbimde ne olduğunu belirlemenin, dikkatimi neye vereceğime karar vermemin, eylemlerimi kendimi adadığımı söylediğim değer ve büyük amaçlarıma uygun olarak gerçekleştirmenin sorumluluğu ve gücü… Bu anda ve bu alanda, şimdi ne düşüneceğimin, hissedeceğimin, yapacağımın ve bu şekilde kaderimi etkilemenin sorumluluğu ve gücü… Ve bunu elimizden kaçırmanın ciddi maliyeti var…”
Çevremizdeki olaylar, olgular, hatta insanların düşünceleri, duyguları ve tabi ki kendi düşüncelerimiz, duygularımız, ister istemez düştüğümüz duygusal tuzaklar, aslında devamlı değişen hava durumu ne kadar kontrolümüz altındaysa o kadar kontrol altında. Biz ne kadar onları kontrol edebileceğimiz yalanı ile yaşasak da, tüm bunlar, değişen koşullarla, kendiliğinden değişiyorlar.
Koşullar uygun olunca geliyorlar.
Koşullar müsaade ettiği kadar kalıyorlar.
Koşullar değiştiği zaman gidiyorlar.
Ve hava tahmini yapmaktaki becerimiz kadar iyi tahmin ediyoruz bu olgular, olaylar, durumlar, insanlar, düşünceler ve duyguları, ve onlardaki değişimleri. Hiç bir zaman tam olarak ne saatte, ne miktarda yağmur yağacağını, ne zaman güneş açacağını, hava sıcaklığının hangi saatte ne olacağını bilemiyoruz, ancak genel olarak kabul edilebilir düzeyde, hayatımızı kolaylaştıracak kadar bir tahmin yapabiliyoruz.
Ve yine de her zaman, bizim kabul etmek isteyeceğimizden çok daha fazla bir oranda sürprizlere açığız. Herhangi bir anda hava durumu hiç beklemediğimiz bir şekilde değişebiliyor ve bizi kışın ortasında güneş altında terlerken veya yazın göbeğinde bir fırtınanın içinde bırakabiliyor. Aynı olaylar, olgular, durumlar, insanlar ve kendi duygu ve düşüncelerimiz gibi.
İşte bunun için de bu değişen olay, olgu, durum, düşünce ve duygularla etkin bir biçimde birlikte olabilmek için yukarıda tanımladığımız “güce” ihtiyacımız var. Eğer zamanımızı ve enerjimizi değişen hava durumunu kontrol etmeye harcarsak, işte bu güçten vazgeçmiş oluyoruz. Bu gücü doğru yerde kullanabilmek için de sorumluluk almaya ihtiyacımız var.
Evet, yağmuru biz yağdırmadık. Hiç suçumuz yok…
Ama ıslanmanın sorumluluğu bizde.
Bunu yapamadığımızda, elimizde olmayan durumları kontrol etmeye kalkıp, güç ve sorumluluğumuzdan vazgeçtiğimizde, yani bizi istediğimiz gibi bir insan, lider, anne baba olmaktan alıkoyan ilk engel olan gerçekçi olmayan arzularımızın kucağına ve kontrolüne kendimizi bıraktığımızda, kaçınılmaz olarak ikinci engelin de tuzağına düşüyoruz: Hayal kırıklığı ve öfke.
Yağmur yağdığı için hayal kırıklığı.
Rüzgar estiği için öfke.
Hava bizim istediğimiz zaman açmadığı için öfke.
Olaylar, olgular, koşullar, ve insanlar, ve özellikle de kendim istediğim gibi olmadığım için öfke, hayal kırıklığı…
Öfkeyi biz her ne kadar kendi başına bir duygu olarak düşünsek de ardında hep bu hayal kırıklığını, bu acıyı taşıyor. Ve eğer aslında hayallerimiz gerçekçi olmayan beklenti ve arzulara dayanıyorsa, kırılmaları da kaçınılmaz oluyor. Bir yandan bu gerçekçi olmayan beklenti ve arzular yaşamımızı kontrol ederken, öte yandan bunlara ulaşmanın da pek öyle gerçekçi olmadığını da bildiğimiz için öfkemiz çoğu zaman bizi hedeflerimize ulaşmaktan alıkoyduğuna inandığımız kişi, durum, olay ve olgulara yönelik kalıcı bir husumete ve nefrete dönüşebiliyor.
Bu gerçekçi olmayan beklentimiz eğer olduğumuzdan farklı bir kişiye dönüşmekse, bu öfke kendimize de yönelik olabiliyor.
Ve çoğu zaman bu öfke, ister kendimize, ister çevremize, ister olgulara, ister koşullara olsun, yağmur yağdığı için buluta öfkelenmekten de öteye, pek geçemiyor.
Bu sayede gücümüzden bir parça daha vazgeçiyor, aslında yapabileceklerimizden bir adım daha uzaklaşıyoruz…
Ve üçüncü ve dördüncü engellerimizin kucağına düşüveriyoruz…
Devamı bir sonraki yazıda…
Havayı koşullarını kontrol edemeyiz. Ama havaya gücenip sızlanarak boşuna enerji harcarız. İnsanın neyi kontrol edebileceğini neyi kontrol edemeyeceğinin ayırdına varması onun için büyük bir aşamadır. O yapamaz. O bir iradeye sahip değildir. Bir iradeye sahip olmak istiyorsa yapabilmek istiyorsa hava koşullarına küsmekten, adeta yaşamdan kendisine destek vermesini beklemekten vazgeçmeli ve durumunu daha iyi anlayabileceği bir harita çıkarmalıdır.. İlkönce kendisinin sahip olduğu ve sahip olmadıklarını yakından gözlemlemeli ve bir liste çıkarmalı adeta kendisini yeni baştan gözden geçirmelidir. Bunu yaparken hiç bir hayale , sanrıya kapılmaması şarttır. Kendisi ile ilgili imajı bir tarafa bırakabilmeye hazır olmalıdır. Bu çok zordur. Çünkü insan kendisine sahip olmadığı pek çok özellikleri atfeder. Sonra içinde bulunduğu koşulları incelemelidir. İçinde buulunduğu koşullar bu doğa, bu çevre , bu fiziksel kimsyasal koşulların bir haritasını çıkarmalıdır. Kendisinin bu haritadaki yerini keşfetmelidir. Ve bu aşamalardan sonra ve en önce kendisine bir AMAÇ belirlemelidir. Amacı yapabilmeye başlamak hayale ve sanrılara kapılmadan gerçekleri görebilmeye başlamak ve içinde bulunduğu koşullara rağman gitmeyi ulaşmayı planladığı irade sahibi olan bir insan yani yapabileceği şeylere konsantre olan bir insan halinde gelme amacını belirlemelidir. Bu çok komplike karmaşık bir çalışmadır. Bunu tek başına yapabileceğini sanmak kendini ve koşullarını bilmemekten kaynaklanır.