Daha önce belirttiğim gibi FB’da paylaştığım gündemle ilgili yazılardan bizim konularımızla da alakalı olanları burada toparlıyorum. İkinci baskı olanlardan şimdiden özür… Bu yazıyı 8 Haziran’da paylaşmışım.

 

Merhaba….

Hayal kurmaya devam ediyorum, ve kalbimin, gönlümün kapılarını, pencerelerini açıp sonuna kadar bakıyorum, son olaylarla birlikte, Türkiye’de olanlara. İçimdeki korkak taraf, umutsuz taraf, bu yüzden de baskıcı taraf, ne saçmalıyorsun Dost diyor, herkes, her düşünceden, senle dalga geçecek diyor. Ben de bu yazımı kendi içimdeki korku odaklarına karşı direnişimin bir manifestosu olarak #direndost altında yayımlıyorum! 

– Merhaba muhafazakar kardeşim.
– Merhaba çapulcu birader.
– Nasılsın bu aralar?
– Endişeliyim. Biraz da öfkeli. Anlaşılmamış hissediyorum. Ayrıca bu hareketin sonunda benim yaşam hakkıma, değerlerime, yaşam tarzıma karşı bir mücadeleye dönüşeceğinden endişeleniyorum. Yine benim inancıma saygısızlığa, hakarete dönüşecek bunlar, dönüştü bile. Yine beni dışlayacak, kabul etmeyecek bu kesim. Belli bir şekilde yaşamayınca, belli bir şekilde düşünmeyince, belli bir şekilde giyinmeyince beni adam yerine koymayacak, aşağılayan, tepeden bakan şekilde yaklaşacak, okula, işe almayacak bir düşüncenin tekrar güç kazanmasından korkuyorum. Endişem bu. Ve bunun daha önce olduğu zamanlar aklımda, hala öfkeliyim. Sana kızgınım, senden korkuyorum, sana karşı kibrim bundandır. Bunun bir daha başıma gelmesine izin vermemeye de kararlıyım. Sen nasılsın?
– Abi ben senin bu endişelerinin aynısını yaşadığım için buradayım. Yaşam tarzıma müdahale edildiğini, değerlerimin, benim için önemli olan şeylerin ayaklar altına alındığını hissediyorum. Korkuyorum, çünkü benim için çok önemli olan kendi istediğim şekilde yaşamak, kendi kimlik tanımımı yapmak, istediğim şekilde düşünmek ve bu düşüncelerimi savunmak özgürlüğüm sanki gün be gün elimden gidiyor, ve daha da gidecek gibi gözüküyor. Bana kibirle yaklaşıldığını, benim görmezden gelindiğimi, sesimin duyulmadığını hissediyorum, ve ben de öfkeliyim, ben de korkuyorum. Ben de çağlar boyu bazı düşüncelerin benim özgürlüğümü kısıtladığını, bu düşünce ve inanç sistemlerinin özellikle ben özgürleşmeye kalktığımda beni bazen şiddeti de kullanarak baskıladığını bildiğim için ben de öfkeliyim kardeşim.
– Ama kardeşim ben haklıyım ya. Yıllar yılı bunlar bana yapılmadı mı? Ben mağdurum kardeşim.
– Haklısın da kardeşim, ben de haksız mıyım? Benim söylediklerim de doğru değil mi bir yerde? Benim de mağduriyetim yok mu.
– Ne ilginç değil mi? İkimiz de mağdur hissediyoruz.
– Çok ilginç. Bert Hellinger ne demiş biliyor musun?
– Ne demiş?
– “Tarihte en büyük kötülükleri, kendilerini mağdur hisseden yapmışlardır.”
– Hmmm… Len ne güzel söylemiş adam…
– Değil mi?
(iki taraf da düşünceli düşünceli biraz sessiz kalırlar…)
– Baba sen ne istiyorsun? Söyle bana.
– Ne isteyim. Mutlu olmak istiyorum. Nasıl düşüneceğime, nasıl davranacağıma, nasıl yaşayacağıma, ben kimsenin özgürlük sınırına girmediğim sürece müdahale etmesin istiyorum kardeşim. Çocuklarımın geleceğinin ve onların da gelecekteki düşünce, inanç, ve gönüllerinin özgür olabilmesini istiyorum. Bana düşündüklerim, inançlarım, yaşam tarzım, giyinişim yüzünden kimse tepeden bakmasın, yargılamasın, haklardan mahrum bırakmasın istiyorum. Korkmadan yaşamak istiyorum. Sen ne istiyorsun kardeşim?
– Ben de aynısını istiyorum be! Mutlu olmak istiyorum. Nasıl düşüneceğime, nasıl davranacağıma, nasıl yaşayacağıma, ben kimsenin özgürlük sınırına girmediğim sürece müdahale etmesin istiyorum kardeşim. Çocuklarımın geleceğinin ve onların da gelecekteki düşünce, inanç, ve gönüllerinin özgür olabilmesini istiyorum. Bana düşündüklerim, inançlarım, yaşam tarzım, giyinişim yüzünden kimse tepeden bakmasın, yargılamasın, haklardan mahrum bırakmasın istiyorum. Korkmadan yaşamak istiyorum.
– Tamam güzel diyorsun da, ben seni bıraksam, izin versem, benim elimden bu hakları direkt alırsın. Sana güvenmiyorum.
– Asıl ben sana güvenmiyorum be! Tüm düşünce tarzın bana karşı. Ben izin versem, direkt silersin beni, ben sana güvenmiyorum asıl. Yapmaz mısın?
– (Durup düşünür, içine bakar) Yapmam demek yalan olur. Ama bir sor neden yaparım: Çünkü aynısını senin bana yapacağından korkuyorum. Sen yapmaz mısın sanki!
– (O da düşünür, bir süre.) Ben de yapabilirim sanırım. Kötü bir insan olduğum için değil, senin aynısını bana yapmanı engellemek için. Ben iyi bir insanım.
– E ben de iyi bir insanım. Çocuklarımı, hayvanları, doğayı seviyorum.
– Ben de.
(Bir süre daha sessizlik)
– İkimizin de aynı şeylerden korkması, birbirine güvenmemesi ne kadar ilginç değil mi?
– Öyle. Gerçekten öyle.
– Bir şey fark ediyorum. Bu korkuyu, bu güvensizliği kullanarak, bizi nasıl kullanıyorlar be kardeşim. Her ikimizin de mağduriyet hissi ile bizi nasıl biliyorlar, ve yeni mağduriyetler yaratıyorlar. Nasıl koyun gibi güdüyorlar ikimizi de, nasıl istediklerini yaptırıyorlar.
– Kendi menfaatleri uğruna, böl ve yönet… Gerçekten de öyle. İçimden asıl sizi kullanıyorlar demek isteyen, korkan, kendisini öyle görmek istemeyen bir taraf var ama, sen de muhtemelen benim için aynısını söyleyeceksin, aynısını düşüneceksin.
(sessizlik)
– Eee, naapcaz şimdi. Ben sıkıldım bu kavgadan. Tam da bir şeyler diğer açılardan iyi gitmeye başlıyor gibiydi.
– Ben de sıkıldım. Ben sadece huzur ve özgürlük istiyorum.
– Ben de…
– Ya şu çocuklar ilginç. Tabi ki gösteri ve mesaj içeriyor ama, şu Cuma namazını Taksim meydanında kılanların başında nöbet tutmuşlar ya.
– Evet, gördüm. Hoşuma gitmedi desem yalan olur.
– Düşünsene, bu ülkedeki herkes, bu güveni verebilse, karşı tarafın inancının, yaşam stilinin bekçisi olma görevini canı gönülden yüklense ve buna da inandırabilse karşı tarafı.
– Farkında mısın, o çocuklar haşa huzurdan, o namazın ve namaz kılanların bir nöbetçiye, bir bekçiye ihtiyaçları olduğu için nöbet tutmadılar. İnanan kendi namazını, inancını koruyabileceğini gösterdi zaten. Onlar kendi içlerindeki uç görüşlere karşı, provokasyonlara karşı, yarattıkları bu şeyi baltalayabilecek kendi içlerindeki baskıcı, aşırı, anlayışsız, tamir edilemeyecek kadar korkmuş, başka hesapları olan veya antidemokratik güçlere karşı nöbet tuttular.
– Evet, yoksa bu nöbeti öyle kuru saygıdan tutmamak, bu saygı sorgulanabilir, çünkü sen de ben de düşüncemizin, inancımızın daha iyi olduğunu düşünmesek inanmayız.
– Doğru, birbirimizi anladık diye düşüncelerimizden ve inancımızdan vaz geçecek değiliz.
– Evet, olayın sırrı şurada: benim huzurlu, korkmadan, güvende ve özgür yaşamamın tek yolunun, senin de huzurlu, korkmadan, güvende ve özgür yaşamandan geçtiğini anlamak ve bunun için de o nöbeti tutmak. Sağduyudan dolayı tutmak. Senin yaşam tarzının değil sadece, kendi yaşam tarzımın da nöbetini tutmak, seni korurken.
– Olum ne korku kalır ne bir şey böyle bir şey olsa… Ama hala güvenemiyorum, sen iyi güzel hoş diyorsun da, seninkilerin arasında öyle uçlar var ki, nasıl anlatacaz onlara bunları?
– Aynen seninkilerin arasında da olduğu gibi. Onun için tutacağız zaten bu nöbeti, içimizdeki o tamir edilemeyecek kadar korkan, güvensiz, veya aşırı güçlere karşı. Senle benim, her iki grupta da çoğunluk olduğu umudum var.
– Ben de umuyorum birader, ben de. Bir de, lütfen şu sen ben lafını bırakalım mı?
– Bırakalım, ama farklı görüşlerimiz ve inançlarımız olduğunu unutmadan. Çünkü şimdiye kadar bu laf, biz biriz, kardeşiz, hepimiz aynıyız lafları, bir görüş, bir topluluk veya inancı asimile etmek ve ortadan kaldırmak için kullanıldı.
– Haklısın. Biz beraberiz ve farklı görüşlerimiz var. Ancak amaçlar, ihtiyaçlarda hem fikiriz. Doğru.
– Zor olacak birader, ama denemeye değer.
– Bence de. Deneyelim. Ve ne olur, bunun aksine bir olay olduğunda, tekrar karşı tarafa bilenmeden önce biraya gelip bir konuşalım.
– Aklıma “Merhaba” kelimesi geldi. Bilirsin değil mi, anlamı “benden sana zarar gelmez” demekmiş.
– Bilirim kardeşim.
– Merhaba kardeşim.
– Merhaba kardeşim.

Bu diyalog gerçekten yaşanmadı. Tamamen “hayali” bir diyalog. Ama her iki tarafı temsil eden basın organlarını, köşe yazılarını okumaya başladığımda, bu diyaloğun habercilerini duymak beni mutlu ediyor, umutlandırıyor. Ah keşke, keşke bunu hayata geçirebilsek, ve ileri demokrasinin gerçekten ne olduğunu tüm dünyaya gösterebilsek.

Ve farkında mısınız, yukarıdaki senaryodaki ilk sessizlikten sonra, hangi lafı kimin dediği, belli değil…

Merhaba millet!