Resim: © Serhan Keser
Diyelim ki değerleriniz, kendinize ve aslında insan doğasına olan inancınız, ve bir durumun içinde olmaktan, ona tanık olmaktan, onu duymaktan gelen sorumluluk duygunuz, üzerine gelecek ile olan umut ve endişelerinizle birleşince, korkunuza, rahat ve kontrol ihtiyacınıza, adam sendeciliğinize ve kendinize güvensizliğinize, belirsizliğin verdiği rahatsızlığa ve insanların iyi niyetinden duyduğunuz şüpheye galip geldi…
Veya ne pahasına olursa olsun yaşamınızın bir anlamı olması gerektiğine ve bunun size maliyeti olsa bile bazı şeyleri değiştirmek için gerekli riskleri almaya, bir şeyleri etkilemeye, fark yaratmaya karar verdiniz…
Ya evinizde, ilişkilerinizde, evliliğinizde, çocuğunuzla olan etkileşiminizde, veya kendi hayatınızı yaşama ve onunla ilişkinizde bir şeyler değişmezse ne sizin, ne de kimsenin mutlu olmasının imkanı olmadığı artık dank etti…
Yada işinizde, iş yerinizde, başında veya içinde bulunduğunuzda ekiplerde veya çalışma yaşamınızda bir değişikliğin gerekli olduğuna artık emin oldunuz…
Veya artık dünyanın durumu ile ilgili Birleşmiş Milletlerin, Birleşik Devletlerin veya kim, hangi karın ağrısı birleşecekse onların bir karar almasını ve doğayı kurtarmasını beklemekten sıkıldınız… Ana muhalefet veya ana hükümet partisinin üyelerinin hepsinin mesleklerinin “politikacılık” olduğuna sonunda kanaat getirdiniz.
Yani “tamam” dediniz, “kimsenin bir şey yapacağı yok… Eğer ben de elimden geldiği kadar küçük bir şey yapmazsam…” İstemeye istemeye liderliği ele almak zorunda kaldınız.
Yani dünyanızı, yani dünyayı ama küçük, ama büyük bir şekilde değiştirmek istiyorsunuz… Ve biliyorsunuz ki herhangi bir çerçevede, bu çerçeve ne kadar küçük olursa olsun gerçekleşen değişim, hiç bir zaman o çerçevede kalmayacak, o çerçevenin parçası olduğu tüm sistemleri, hatta ne kadar mütevazi bir şekilde olsa da tüm dünyayı etkileyecektir…
Ve her ne kadar sürecin tamamen sürpriz faktörlerle dolu, büyük ölçüde kontrolsüz, ve belirsiz olacağını da anlasanız ve kabul etmiş olsanız da, yine de kaba bir yol haritası, genel hatları ile bile kılavuz olsa ne iyi olurdu diye aklınızdan geçiriyorsunuz…
Madem siz bu cesareti gösterdiniz, kendi “kahramanın yolculuğu”nuza çıkmaya karar verdiniz, o zaman en azından genelde ne işe yarıyormuş gibi gözüküyor konusunda biraz tartışalım. Dediğim gibi, genelde… Sizin durumunuz ise özel bir durum, her durumun olduğu gibi…
Bu uyarıyı da hesaba katarak, eğer bir sistemde bir şeyleri değiştirmek, insanları uzun dönemde daha etkili, daha rahat, daha huzurlu ve daha mutlu ettireceğine inandığınız bir gelecek resmine doğru harekete geçirmek istediğinizde, kabaca izlemeniz gereken adımlar, hesaba katmanız gereken bakış açıları, ve kendinize sormanız gereken sorular üzerine biraz konuşalım.
İlk sormanız gereken soru, her adımda, her solukta, her aşamada tekrar tekrar kendinize sormanız gereken, en önemli soru: NE OLUYOR BURADA?
Bu soruyu yanıtlaması kolay veya zor olarak görüyor olabilirsiniz. Ama şu konuda size garanti verebilirim: Yanıtlaması her zaman sizin gördüğünüzden daha zor, daha karmaşık bir soru olacak bu… Ve çoğu zaman “yaklaşık” yanıtlarla yetinmek zorunda kalacak, ve ancak bu yanıta dayanan eylemlerinizin sonucu ile ne kadar yanıldığınızı anlayacaksınız.
Çünkü yaşam, çünkü insan sistemleri, çünkü kurumlar, çünkü ilişkiler “VUCA”…
VUCA, gündelik dilimize askerlik alanından, özellikle de özel birliklerin eğitimlerinden ithal edildi. VUCA, özel harekatlarda askerler ve subayların kendilerini içinde buldukları zorlu durumları adlandırmaları, anlamlandırmaları ve bu şekilde de otomatik olarak düşülebilecek bazı tahmin edilebilir hatalara düşmemek konusunda uyanık olmalarını sağlamak için kullanılan bir kısaltma…
Bu kelime Volatility (Hızlı ve tahmin edilemeyecek şekilde değişim), Uncertainty (Belirsizlik), Complexity (doğrusal değil, Karmaşık, birbirini etkileyen etkileşim sistemleri), Ambiguity (Anlaşılmazlık) kelimelerinin baş harflerinden oluşuyor. Özetle şunu diyor özel harekatlar içinde bulunan askerlere:
İçinde bulunduğun durumun senin beklediğin şekilde, senin beklediğin yöne doğru, senin beklediğin hızda ve zamanda değişmesini bekleme… Her zaman senin beklediğinden farklı olacak… Ama yavaş, ama hızlı… Ama o veya bu yöne…
Durum hiç bir zaman tam olarak kontrolün altında olmayacak. Senin dışındaki faktörlerin durum hakkında etkisi her zaman daha fazla olacak, ve bu faktör ve koşulları hiç bir zaman tam olarak tahmin edemeyeceksin.
Ve bu durumda yapacağın bunu yaparsam şu olur gibi basit, doğrusal “etki → sonuç” analizleri hiç bir zaman çalışmayacak… Çünkü statik değil, dinamik bir sistemle karşı karşıyasın. Senin yaptığın analizler sonucu aldığın pozisyona göre tüm sistem kendini tekrar şekillendiriyor. Yani sistemi kendinden bağımsız düşünemezsin, sistemin herhangi bir parçası hareket ettiğinde tüm sistem bu harekete göre tekrar şekilleniyor, onun için bozduğun dengenin nasıl bir yeni denge oluşturacağını basit düşünerek anlayamazsın.
Ve bu sistemde olanları adlandırmak bile, burada bu oluyor demek o kadar da kolay değil. Hiç bir zaman resmin tamamına hakim olmayacağın için ancak kısıtlı verilerle tanımlamalar yapıyor ve eylemlerini bu kısıtlı tanımlamalarla temelliyor olacaksın.
Bayağı umutsuz gözüküyor değil mi durum bu özel hareket timleri için? Ama durun biraz, biraz düşünün. Sevgilinizle, eşinizle yaşadığınız son büyük ve uzun süren çatışmayı düşünün… Hatta ilişkinizin o çok da anlaşamadığınız, her dokunduğunuzda çözümsüzlüğe ve acıya giden, ve bu yüzden kimse dokunmaya cesaret edemediği için olduğu şekilde olmaya ve ikinizi de mutsuz ve birbirinden az veya çok uzak tutmaya devam eden konusunu düşünün… Yukarıdaki dört tanıma da uymuyor mu acaba bu durum?
Veya diyelim ki şirketinizde bir kültür değişimi yapmaya karar verdiniz. Buna da yönetim takımından başlamanın anlamlı olacağını görüyorsunuz… Takım içindeki ilişkileri, çatışan çıkarları, birbiri ile geçinemeyen ekip üyelerini, farklı yaşam görüşlerini getirdi doğal olarak bu düşünceler… Daha önce yürüttüğünüz takım olma çalışmaları geldi aklınıza… Ne kadar güzel satmışlardı danışmanlar size o paketleri… Takım bir hafta sonu doğa içerisinde zaman geçirdiğinde, birbirlerini daha iyi tanıdıklarında, yapılan aktivitelerde kendi etkilerini gördüklerinde her şey çok daha güzel olacaktı… Bir parça olmuştu da… Veya öyle gözükmüştü… Ancak ilk çatışmada herkes aslına rücu etmiş, hatta daha da kötüye gitmişti olaylar… Bu düşünceleri aklınızdan kovmaya hazır çalışırken bu kurmak istediğiniz kültürü teknolojinizin de desteklemediği gerçeğini, yurtdışındaki genel merkezin sizin ülke gerçeklerinize uymayan bazı uygulamaları ittirmek için nasıl uğraştığını, ve düz veya noktalı çizgilerle bağlı olduğunuz 3 yöneticinin ikisinin son 4 sene içinde 3. kere değiştiğini, ve bunun gibi şu anda hatırlamadığınız bir çok farklı konuyu da kovmaya çalışmak mantıklı geldi… İşte tam o sırada üretim hatlarından birinde çalışanların her zamanki gibi yeterince sorumluluk almaması nedeni ile yeni bir arıza olduğu haberi geliyor… En iyi bildiğiniz, sizin de içinden yükseldiğiniz alandan hem de…
Bilmem anlatabildim mi! İşte bu yüzden, yönetim bilimciler askerlerin kullandığı bu terimleri duyunca “bir dakika” demişler, “kurumsal hayat, hatta insan hayatı, her gün az veya çok ölçüde VUCA!”…
Biz de bu yazı dizisinde, aslında buradan başladık. İlk yazılarımızda dedik ki, insan sistemleri karmaşıktır… Belirsizlik hakimdir… Ne olduğu hakkındaki tanımlamalarımız, kendi arzularımız ve korkularımız tarafından yönlendirildiği ve tüm resmi görmeden yapıldığı için çoğunlukla hatalıdır. Ve bu durum, yani sistem körlüğü, tahmin edilemez bir değişkenlikle birleşince bizi önceden tahmin edilebilir hatalara, tuzaklara düşürür. Bu düştüğümüz tuzaklar, sistemleri daha da karmaşık, kompleks, içinden çıkılmaz hale getirir.
Askerlere ve onları yönlendiren komutanlara VUCA’nın öğretilmesinin tek amacı var: Onların bu ortamlarda herkesin, her normal insanın gösterdiği tahmin edilebilir tuzaklara düşmelerini engellemek. Çünkü “bu VUCA bir ortam” diyebilmek, yani en azından içinde bulunulan ortamı doğru tanımlamak, bu askerleri hayatta tutacak en önemli şeyleri ele almalarını sağlıyor: Dikkat. Uyanıklık. Her an durumu değerlendirebilmek. Otomatik tetiklenen duyguları ve tepkileri kontrol altına almak. Hiç bir analizinde, durum, koşul ve göstergeler değiştiğinde ısrar etmemek. Kendi kısıtlı görüş ve düşüncelerinin yerine verilerin ve gerçeklerin gösterdiklerine uyumlanarak ilerlemek. Her an, uyanık kalmak. Ve yine de ilerlemek. Durmamak. Durmanın daha da riskli olduğunu anlamak. Ve her zaman, her an eylemin içinde, dışında hep bu soruyu akılda tutmak: “Ne oluyor burada?”
İşte eğer siz de içinde bulunduğunuz, küçük veya büyük dünyayı değiştirmek istiyorsanız, ilk yapmanız gereken şey, değiştirmeniz gereken durumun, sistemin, ama az, ama çok VUCAlığını anlamak… Şimdi dengede ve basit gözüküyor olabilir… Ama inanın bana, siz değiştirmeye kalktığınızda işler karışacak… Öyle olduğunu siz de biliyorsunuz sanırım, yoksa rahatsız ola ola bu kadar süre siz de hareketsiz kalmazdınız.
Ve böyle bir sistemde, hem onu istediğiniz yönde değiştirip, hem de hayatta kalmak istiyorsanız, siz de bu askerlerin yaptığını yapmalı, öncelikle bu sistemin, yani tüm insan sistemlerinin temel doğasını, karmaşıklığını hesaba katmalısınız. Bu sizi uyanık tutacak. Bu sizi ölümcül bir ukalalıktan, tehlikeli bir şekilde kendine fazla güvenmekten, hiç de akılcı olmayan bir liderlik egosundan, bu sayede de sistemle iddialaşmaktan ve sistemin sizi dümdüz etmesinden kurtaracak. Bu sayede her zaman küçük küçük başlayan sinyalleri okumayı öğrenecek, onlara uyanık olacaksınız.
Bu sayede o en önemli soruyu sormayı, ve sorunun yanıtını kendi zihninizin içinde değil de, gözünüzün önündeki veri, olay ve olgularda aramayı öğreneceksiz:
“Burada gerçekten ne oluyor?”
Ve sonra, ilk olarak merceğinizi ilk olarak en önemli, en zor, en VUCAya döndüreceksiniz: Kendinize, ve kendi zihninize.
Çünkü dünya, ancak siz değişirseniz değişecek….
Leave A Comment