Okuma süresi: 6 dakika

Geçenlerde orta büyüklükte bir şirketin sahibi olan danışanımla sohbet ediyoruz. Piyasalardaki kaos ile kendi kendisini nasıl panik atağın eşiğine getirdiğinden bahsediyor. Henüz işlerinde herhangi bir olumsuzluk olmasa da olası problemleri düşünmekten kendini alamadığından, bu yüzden uykularının kaçtığından, nefesinin daraldığından bahsediyor.

Sanırım şu anda bir çoğumuz buna benzer bir durumu, belirli ölçülerde yaşıyoruz. Özellikle de içinde bulunduğumuz durumu tanımlayamadığımızda ve anlam veremediğimizde.

Kanadalı psikolog, yazar ve akademisyen Jordan Peterson, insanın varoluş deneyiminin iki “ilahi güç” arasında oynanan oyunlar tarafından belirlendiğini söylüyor: Düzen, ve Kaos[1].

Düzen ve Kaos

Düzen. Bilinen. Tanıdık olan. Kendimin ve başkalarının yönünün ve eylemlerinin ve bu yön ve eylemlerin sonuçlarının tahmin edilebilir olduğu dünya. Tehditlerin olmadığı, olguların belirli olduğu, otobüslerin, trenlerin ve uçakların zamanında kalktığı ve istikametlerine ulaştığı dünya. Hedeflerime ulaştığım, evimin, işimin, sağlığımın, paramın, sevdiklerimin, ülkemin güvende olduğu dünya. Olguların, davranışların, sözlerin, var oluşumun anlamını bildiğim, huzurlu hissettiğim yer. Öte yandan hep eskinin tekrarına müsaade eden, yeniye yer olmayan, yeni fırsat ve olasılıkların bulunmadığı, heyecanın ve diğer duyguların içinde yer almadığı, durgun. Kuralların, düzenin, otoritenin dünyası. Maskülen. Yang. Baba prensibi.

Ve Kaos. Tanıdık olmayan, bilmediğim, yönünü, sınırlarını ve olasılıklarını tahmin edemediğim dünya. İnsanların ve olguların benim beklediğimden farklı davrandığı, bu davranışlarının sonuçlarının da beklemediğim gibi sonuç verdiği yer. Bilinmeyen, bu yüzden de sonsuz olasılıkları içeren, karanlık gözüken, ancak içinden aydınlığın doğduğu yer. Kendimi güvende hissetmediğim, yönümü, bir sonraki adımımı ve onun nelere yol açacağını, başıma neyin geleceğini bilemediğim yer. Olguların, davranışların ve deneyimlerin “anlamını” bilmediğim, her şeyin mümkün olduğu, bu yüzden de korkutucu olduğu yer. Öte yandan da tüm yaratıcılığın, tüm yeni olasılıkların, tüm heyecanın, tüm duyguların, maceranın, fırsatların, mucizevi çözümlerin yaşadığı yer. Feminen. Yin. Anne prensibi.

Kaosun içindeki düzen, düzenin içindeki kaos

İnsanın macerası

İnsanın bu iki dinamik güç arasındaki macerası, on binlerce yıllık insan medeniyetinin mücadelesinin özeti. İnsanın özünde kaotik, belirsiz, tanımsız, her an ne olabileceği ile ilgili sınırsız olasılıklar içeren ve bu olgularla ilgili kendiliğinden, net açıklamaların olmadığı bir dünyadan beslenerek o dünyayı düzenli, formüllerin tuttuğu, olguların anlaşılabilir ve tahmin edilebilir olduğu bir dünyaya dönüştürme çabası, tüm bilimsel, politik, ekonomik, kültürel ve sosyal evrimlerin ve devrimlerin altındaki itici güç gibi gözüküyor. Kültür bile bakarsanız kabul edilebilir davranış ve düşünceleri kısıtlayarak ve olguları algılama biçiminizde ortak bir anlam haritası tanımlayarak insan ilişkilerinde tahmin edilebilir ve güvenli bir zemin yaratmaya çalışmıyor mu?

İşte bu yüzden düzensizlikten, yönsüzlükten, bilinmeyenden uzaklaşmak ve düzene, tanımlı olana, bilinene doğru ilerlemek, neredeyse insanların genetik kodlarına yazılmış, sinir sistemimize işlemiş. Bu yüzden liderlerimizi, yöneticilerimizi bize düzen, yön, ve koruma vadedenlerden seçiyor, bu kişilere için seve seve kendi otoritemizi teslim ediyoruz.

Kağıttan Gemiler

Bunda bir problem yok. Özellikle işler iyi giderken. Ancak problem şu: Biz bu düzenin devamlılığına ne kadar yatırım yapabiliriz, bu düzenin devamlığını ne kadar bekleyebiliriz? Biz dünyayı, dünyamızı düzenli, sabit, değişmez hale getirdiğimizi sansak bile, aslında uçsuz bucaksız bir belirsizlik denizi içinde küçük düzen adaları kurmaktan başka bir şey yapmıyoruz belki de. Üstelik bu adalarımız da kâğıttan. Bu kâğıttan düzen adaları kaos denizinde ıslandıkça çözülmeye başlıyorlar ve bizi tekrar tekrar hayatın, dünyanın belirsizliği ile, değişkenliği ile, tanımsızlığı ile yüz yüze bırakıyorlar.

Bu duruma karşı ilk tepkimiz daha fazla düzene, daha fazla otoriteye sığınmak oluyor genellikle. Ekibimizin motivasyonsuzluğu bir eğitimle çözülsün istiyoruz. Toplumsal huzur askeri önlemlerle ortadan kalksın istiyoruz. Şirketteki problemleri yeni gelen genel müdür alacağı mucizevi ve bir şekilde bizi rahatsız etmeyen, belirsizlikte hissettirmeyen kararlarla çözsün istiyoruz. Yeni bir politik lider, yeni bir Atatürk gelsin ve ülkeyi kurtarsın istiyoruz. İçinde bulunduğumuz kaosa anlam veren açıklamalar hoşumuza gidiyor. Tam ne ve kim olduğunu bilmediğimiz karanlık güçlerin bizimle dalga geçtiğini düşünmek, anlamsızlığa anlam, ucunu bucağını bilmediğimiz, tanımlayamadığımız, o yüzden de nasıl tepki vereceğimizi bilmediğimiz kaosa tanım getiriyor. Neye nasıl tepki vereceğimizi bilmemektense göremediğimiz farazi bir düşmana öfkelenmek daha kolay oluyor.

kaos
Kurduğunuz düzen gerçekten fırtınalara dayanabilir mi?

Bu tip çözümler bazen kısa dönemli olarak bizi rahatlatıyor. Geçici olarak düzene geri dönmüşüz gibi bir his yaratıyor. Ancak bu düzenin gerçekten tekrar sağlandığı durumlarda bile yeni inşa edilen düzen adası da kağıttan olduğu ve ıslak kaos denizinin ortasına konduğu için aynı problemlerle yüz yüze kalıyoruz bir süre sonra. Bu sefer daha da düzene tutunuyoruz, daha da bilinmeyeni reddediyoruz. Gitgide diktatörleşen liderlere, yöneticilere toplumlara, şirketlere, anne babalara, eşlere dönüşüyoruz.

Üçüncü ilahi güç

Jordan Peterson diyor ki düzene bu kadar sığınmanın sonucunda da “…toplumun ilerlemesini sağlayan yaratıcı araştırmacı süreç sekteye uğruyor. Bu “adaptasyon kapasitesinin kısıtlanması” da … kaos ihtimalini dramatik bir şekilde arttırıyor.”[2] Yani insanlar bu yola saptıklarında kendi eylemleri ile daha da büyük düzeyde düzensizliği davet ediyorlar, hatta bu düzensizliği kendileri yaratıyorlar.

İşte bu blogda defalarca tartıştığımız adaptasyon gerektiren değişim, artık mevcut bilginin, düzenin yeterli olmadığı ve daha iyi bir yere gelebilmek için bilinçli ve kontrollü bir biçimde o düzenin dışına çıkmamızı, mevcut tanımlarımızı, algılarımızı, yaklaşımlarımızı, anlam haritamızı sorgulamamız, tanıdık olandan ve bizi şimdiye kadar tanımlayandansa bilinmeyene ve onun sunduğu tüm olasılık ve potansiyele isteyerek ama yavaş yavaş, adım adım, dikkatli bir biçimde adım atmamızı gerektiren türde bir değişim. Peterson, kaos ve düzenle beraber üçüncü ilahi gücü bu iki güç arasında dans eden ve bu iki gücü kullanarak yaşamına anlam veren, yani düzenin sınırlarını genişleten "insan" olarak tanımlıyor.

Değişim, ancak artık işe yaramayan ve bizi içinde bulunduğumuz çıkmazlarda tutan değerlerimizi, düşünüşümüzü, alışkanlıklarımızı, eylemlerimizi ve kimlik tanımlarımızı, yani mevcut düzenimizi sorgulayarak ve bunların bazılarını bırakmaya razı olarak gerçekleşebilir. Bu, kayıp hissi içeren ve çok rahatsız edici bir süreçtir. Ancak başka türlü ilerleme kaydedilmez. Başka türlü, biz geçici ve çoğu zaman da içeriden ve dışarıdan otorite baskısı içeren çözümlerle yaşamaya devam ederiz. Problemlerimiz de tekrar tekrar karşımıza gelirler.

İşte bu yüzden birçok şirkette yaşanan ve çağımızda iyice içinden çıkılmaz hale gelen sorunlar da, ülkelerin ve toplumların karmaşık sorunları da sadece otorite ve devamlı alışık düzenleri geri getiren çözümler ile çözülemez. Çünkü karmaşık, sınırlı kontrolün olduğu, belirsizlik içeren, tam olarak tanımlanamayan problemlere prematüre ve bilinen, denenmiş düzenler getirmeye çalışan teknik çözümler uzun dönemde işe yaramaz.

Kaos ve düzenle dans etmek

Ancak tamamen kaosa atılmak da işe yaramaz. Değişim sürecinin kendisinin de belli bir düzen içinde olduğunu hissetmek, değişimin yönünü görmek ve gözümüzün önünde tutabilmek, değişim sürecinde zorlansak da ve bazı kayıplara razı olsak da temelde güvende olduğumuzu, gittiğimiz yerin bugün olduğumuz yerden daha iyi olduğunu bilmek, bu rahatsız edici kaotik süreci bizim için tahammül edilebilir kılar.

Liderlik yapmak işte bu yüzden kritiktir. Liderlik yapmak demek düzenle, bilinenle bilinmeyen arasındaki ince ve kritik çizgide etkin bir biçimde ilerlemeyi ve insanların da sizle yürümesini sağlamayı becerebilmek demektir.

liderlik

Kaosla başa çıkabilmenin iki aracı

Bunu yapabilmenin en önemli yollarından birisi de içinde bulunduğu duruma anlam verebilmek, olan kaosu da daha büyük düzenin, hatta kaos ile düzenin asırlardır süren dansının bir parçası olarak görebilmektir. Danışanım, tüm bu yazıda bahsettiğimiz süreci seansımızda kendi içinde yaşadıktan ve değerlendirdikten sonra diyor ki:

“Dost, evet, tam bir kaos hissediyorum. Yarattığım düzenin, kağıttan gemimin parçalanması korkusu tüm zihnimi kaplamış durumda. Kaostan başka bir şey göremiyorum. Ama fark ediyorum ki bu aslında benim kaosun da içinde yer aldığı daha büyük bir düzeni göremememden kaynaklanıyor”.

Bunu söyleyince tutmakta olduğu nefesini ilk defa veriyor. Omuzları, yüzü gevşiyor, altındaki koltuğu, yeri ilk defa hissediyor sanki.

“Harika” diyorum. “Belki de kendini korkunun ve endişenin içinde bulduğun her seferinde bunu kendine tekrarlayabilir, hatırlatabilirsin.” Çünkü kaosla başa çıkmak için ve bize sunduğu fırsatları etkin bir biçimde kullanabilmenin ikinci önemli yolu da bu: Bizi yolda tutacak, kendi iç kaosumuza düzen getirecek pratikler, uygulamalar, ritüeller oluşturmak ve bunları her ne pahasına olursa olsun uygulamak.

pratikler

Bu fikir danışanımın hoşuna gidiyor. “Başka ne gibi pratikler işine yarar?” diye soruyorum.

Biraz düşünüyor. Diyor ki “Dost, ben şimdiye kadar çok kağıttan gemi yaptım. Bazıları su aldı dağıldı, ama ben yenisi yaptım her seferinde. Yine yapabilirim. Bu gemim dağılırsa ben daha çok gemiler yaparım.”

Danışanımın bedeni rahatlarken aklıma daha önceki bir yazımda da paylaştığım Bedri Rahmi Eyüboğlu’nun harika şiiri düşüyor:

Kağıttan bir gemi yaptım küçücük
Ya 5 öpücük sığar içine
Ya 10 öpücük
Kız kardeşim
10 öpücükte batar bu gemi dedi
Sen misin
15 öpücük
Anam sakın denize atma dedi
Doğru havuza
Sen misin
Doğru denize
Ama ıslanmasıyla batması bir oldu

Bir gemi daha yaparım ne çıkar
Hem bu sefer öpücük yerine
Sunturlu birkaç küfür
Daha birkaç gemi yaparım
Çok şükür.

[1]Jordan Peterson, Maps of Meaning: The Architecure of Belief, 1999.

[2]Peterson, ibid.