Hafta sonu bir seminerdeydim. Dün bir İnsan Kaynakları grubuna konuşma yaptım. Önümüzdeki hafta sonu bir seminerim var. Bir şekilde aynı konu, ya bu toplantıların ya odağı oluyor, ya da konuşma oraya geliyor bir şekilde.

Neden bahsettiğimi biliyorsunuz değil mi? Korkudan bahsediyorum. O gölgede, karanlıkta yaşayan ve aklımıza geldikçe içimizi titreten vahşi hayvandan… Ve biz sadece onun yüzünden yaşadığımız korunaklı hapishanemizden çıkmamaya razıyız ömrümüz boyunca. Bu, tabi ki hapishanemizi çok sevdiğimiz anlamına gelmiyor, kesinlikle hayır! Elimizden geldiğince yüksek sesle yakınıyor, hapishanemizin duvarlarını ellerimizi kanatana kadar yumrukluyoruz. Başımızı ağrıyana kadar kapılara vuruyoruz. Ama o kapıları açıp da dışarı çıkmak… İşte o, mümkün değil.

Bazılarımız hapishane dışında bir yer olmadığını savunuyoruz. Hem de o kadar kuvvetli savunuyoruz ki, bize örneklerle ve verilerle gösterildiğinde gördüğümüzün dışında da bir dünya olduğu, hemen inkar etmeye başlıyor, istatistiklerden, hayatın gerçeklerinden, rakamlardan bahsediyoruz karşı sav olarak. O sevgili istatistiklerimizi ve rakamlarımızı -çok zor olsa bile- eğer çürütmeyi başarırlarsa hemen karşı kampa geçip kaderden dem vurmaya başlıyoruz. Ama imkanı yok, kimse bizi parmaklıkların ardından dışardaki mavi gökyüzüne bakmaya zorlayamaz. Çünkü yok öyle bir şey, bütün bunlar, benim yazdıklarım da dahil olmak üzere bir Polyanna masalı.

Bazılarımız ise kapıların kilitli olduğunu iddia ediyoruz. Bir anahtar bulmamız lazım ki o kapıları açabilelim. Eğer bir gün o anahtarı bulabilirsek eğer, o zaman herşey mükemmel olacak. Kapımızı açacağız gururla, bando çalıyor olacak, ve dışarı çıkacağız, alkışlar arasında. Hapishanemizin içinde bu dışarı çıkacağımız günün hayaliyle bekliyoruz anahtarın saklandığı köşeden çıkıp da gelmesini, veya kapının çalınıp birinin, bir gurunun, öğretmenin veya liderin vermesini… Bazen aldığımız bir kitabın arasında saklanmış mıdır acaba diye heyecanlanıyoruz. Ancak anahtar halen kendini göstermeye direniyor, ve bekleyişimiz sürüyor, belirsiz.

Bir de ötekilerimiz var. Bizler biraz daha yolun ilerisindeyiz. Biz ötekiler, biliyoruz ki gerçekten de hapishanemizin dışarısı var. Ve çok iyi biliyoruz kapı aslında kilitli değil. İstediğimiz zaman o kapıyı açıp dışarıdaki mavi ve göz alabildiğine açık gökyüzü ile karşılaşabiliriz. Ama ya gözlerimiz kamaşırsa? Ya dışarda olanlar bizim istediklerimiz değilse? Ya dışarı çıktığımızda düşüp de allah göstermesin bir yerimizi yaralarsak? İstiyoruz özgür olmayı, ama belirsizlik ve bilinmeyen de ortadan kalksın istiyoruz. Yani dışarı çıkınca hangi yolu izlememiz gerektiğini bir bilsek, hangi seçeneklerin bizi istediğimiz başarıya ulaştıracağına emin olsak olay bitecek. Ama biz kapının önünde durup “ne yapmam gerektiğini bilemiyorum, aklıma hiç bir şey gelmiyor” diyoruz.

En gelişmişlerimiz ise herşeyin farkında! Onlar kapının açık olduğunu bilmekten de öteye geçmişler, biliyorlar ki garantiler de yok yaşamda. Biliyorlar, yaşam beklenerek değil yaşanarak anlaşılacak bir şey. Ancak… O korkular yok mu, bizi olduğumuz yerde mıhlayan. Çıkacağım dışarı, tamam, ve biliyorum düşme ihtimali de var, ancak şu korkumun geçmesini bekliyorum. Beklemek ne kelime, savaşıyorum onunla. Korkumu ortadan kaldırır kaldırmaz çıkacağım dışarı, gerekirse düşeceğim, ama yeterki şu korkumu nasıl ortadan kaldıracağımı söyleyin bana.

İşte kendilerini kandıranlar arasında en fazla acı çeken de bu grup maalesef… Çünkü en temel duygularından biriyle kavga halindeler. Şunu dinleyin: Korkularınızla savaşarak, onları yok etmeye odaklanarak hiç bir yere varamazsınız. Korkunuz ortadan kalkmayacak, buna gerek de yok. Korkunuzla savaşarak sadece onu güçlendiriyorsunuz. Bırakın. Vazgeçin. Kabul edin artıl siz her zaman kor-ka-cak-sı-nız!

Onun yerine ne istediğinize odaklanın. Gerçekten, siz ne istiyorsunuz? Yaşamınızda anlam bulmasını istediğiniz değer ve sonuçlar neler? Sizin için önemli olan ne? Odağınızı buna koyun, ve hep kendi kendinize şu soruyu sorun. Eğer hedefim buysa benim, benim için önemli olan buysa, şimdi ne yapmam lazım, şimdi, şu an? Yapmanız gerekeni yapmaktan korkuyor musunuz? İyi! Demek ki onu yaparken son derece dikkatli ve kendinizi tehlikeye atmayan bir biçimde yapacaksınız. Demek ki risk alırken akıllıca davranacaksınız. Demek ki büyüyorsunuz. Demek ki rahat ettiğiniz bölgeden çıktınız. Demek ki hapishanenizin kapısını aralamaya başladınız.

Şunu farkedin: Evet, hapishanenin dışarısı var, ve hayır kapı kilitli değil. Hayır size kimse garanti veremez, ve hayır, ne kadar uğraşırsanız uğraşın korkular sizinle beraber kalacaklar. Soru şu: Siz bütün bu elinizdeki gerçeklerle, yaşamınızda sizin için önemli olan şeyleri yaşama geçirmek için ne yapacaksınız, şimdi, şu an?