Danışanım seans başından beri belki 4. kere yöneticisinin ismini söylediğinde, elini boynuna atıyor, bu hareketin pek de farkında olmadan.

Bu sefer gözlemimi paylaşıyorum. “Farkında mısın” diyorum, “her yöneticinden bahsettiğinde elini boynuna koyuyor, boynuna masaj yapıyorsun?”.

Çoğu zaman olduğu gibi aslında farkında olmasa da hemen bir hikayesi var. Bu aralar çok yorulmuş, onun için arada boynuna masaj yapmak rahatlatıyormuş. Aklıma tıbbi nedenlerle beynin sol ve sağ yarımkürelerini bağlayan dokuları kesilen hastalarla yapılan deneyler geliyor. Bir deneyde iki beyin yarımküresi arasında iletişim olmayan kişilerin sadece (sağ beyin tarafından yönetilen) sol gözlerine “mutfağa git” gibi komutlar gösteriliyor, yani beynin muhakeme, karar ve sözel mantık işlevlerini içeren sol tarafının haberi olmayan bir komut. Kişilerin mutfağa aslında neden geldikleri hakkında hiçbir fikri yok. Ancak sorulduğunda her zaman mantıklı bir yanıt var: Karnım acıktı, dolaptan bir kola alacağım, bir ses duydum sanki, vb. gibi.

“Belki de öyledir tabi ki” diye yanıt veriyorum, “ama müsaade edersen ufak bir şey deneyebilir miyiz?”

Kabul ediyor.

“O zaman birkaç kere yöneticinin adını tekrarlayıp bir yandan da elini boynuna koyar mısın?”

Pek bundan bir şey çıkacağına inanmasa da dediğimi yapıyor. Yöneticisinin adını birkaç kez, hızla tekrarlıyor. Yavaşlamasını ve her söyledikten sonra boyun bölgesinde ne olduğuna dikkat etmesini rica ediyorum. Yavaşlıyor, yöneticisinin ismini söylüyor, bir yandan dikkatini içeride tutarak. Bir kere daha…

Gözleri şaşkınlıkla büyüyerek bana doğru dönüyor şimdi: “Dost!”, diyor, “Pain in the neck (boyun ağrısı – İngilizce baş belası anlamında kullanılan bir deyim) bir metafor değilmiş! Yöneticimin her ismini söylediğimde boynuma ağrı giriyor yahu!”

Photographer: Emily Morter | Source: Unsplash

Deneyimini onaylıyorum. Gerçekten ilginç. Biraz daha bu deneyimle, boynundaki ağrıyla kalmasını rica ediyorum. Araştırmaya ve deneyimine dikkat ettikçe boynundaki ağrının sebebinin aslında her yöneticisini düşündüğünde bedeninde oluşan gerilim olduğunu, bu gerilimin de aslında bir duygusal gerilimle tetiklendiğini fark ediyor. Bu duyguya alan verince ve temas edince bu duygunun içinde endişe, kırgınlık, utanç, ve vaz geçmişlik olduğunu ayırt ediyor.

Biraz bu duyguları araştırınca “Durum şu Dost” diyor, “yöneticimin çok rahatsız olduğum bir davranışı var. Ancak bu davranıştan rahatsız olduğum için kendime kızıyorum, hatta azıcık utanıyorum. Adam kötü niyetli değil, farkında bile değil belki de. Zaten söylesem de bir fark yaratacağına da hiçbir inancım yok. O yüzden bastırıyorum, tamamen farkındalığımın dışında tutuyorum bu durumu. Sanırım bu da bende duygusal ve bedensel gerilim olarak ortaya çıkıyor”.

Bunu fark etmenin nasıl bir şey olduğunu soruyorum. Durup tekrar deneyimi ile temas ediyor: “Bir yandan çok rahatlatıcı. Boynumdaki ağrı geçti. Öte yandan da artık bir sorumluluğum var. Artık fark ettiğim için…”

Seansın kalanında bu konuda yöneticisi ile nasıl konuşabileceğini, nasıl yaklaşması gerektiğini konuşuyoruz. Seansımızdan hemen sonraki gün yöneticisi ile konuşuyor. Yöneticisi önce şaşırıyor; ve sonra “keşke bunu daha önce söyleseydin, bunu düzeltme fırsatını bana daha önce tanısaydın” diyor. Ve gerçekten de dikkat ediyor bundan sonra.

Gözünün önündekine dikkat etmek…

Gestalt yaklaşımında ne yaptığımızı anlatmaya çalışırken kullandığımız bir cümle var: “Göz önündekine dikkatimizi verdiğimizde, sıradan gözüken, sıra dışı hale gelir” diye. Sadece biraz yavaşlayıp deneyimimize dikkatimizi çevirdiğimizde, kendimize anlattığımız, bizi koruduğunu sandığımız ancak bizi hapis tutan hikayeler gerçeklerin ve farkındalığın ışığı ile birer balon köpüğüne dönüşür. Bu farkındalık, bizi başta biraz zorlasa, kendisinden kaçtığımız ancak yüzleşmemiz gereken şeylerle ilgili sorumluluk yüklese de, eğer tekrar uykuya dönmemeyi becerirsek bize zihnimizin hapishanesinden kurtulmak için yol gösterir.

Bu yolları bulmanın yolları da gerçekten bedenimizle, hislerimizle, duygularımızla daha farkındalık içeren bir ilişki kurmaktan geçiyor. Eğer bir koçsak, bunu yapmaları için danışanlarımıza destek olmak, eğer bir öğretmensek bunu öğrencilerimize öğretmek, ve eğer bir anne babaysak da bunu çocuklarımızın yapmasını desteklemek kadar büyük bir hediye çok az var onlara verebileceğimiz.

3 Şubatta başlayacak Koçlukta Duygularla Çalışmak bunu yapmanın birkaç tekniğine güçlü bir giriş amacında. Tabi ki 10 saatte bunu mükemmel yapmayı belki öğrenemeyiz, ancak yine de hem kendimiz, hem de danışanlarımızla kullanabileceğimiz ve hemen işimize yarayacak yaklaşımlar üzerinde çalışmaya başlayacağız.

Bu eğitimle ilgili daha detaylı bilgilere buraya veya aşağıdaki görsele tıklayarak ulaşabilirsiniz.