Bir kaç yazı önce dedik ki, liderin en önemli görevi:
“kendi içini ve dışını etkin bir biçimde taramak, yani veri toplamak, yani ne olduğunu olduğu gibi, filtrelemeden ve bazı alanları alışkanlıkla her zaman gözardı etmeden izlemek, tüm bunlardan gerçeklikle ve o an için neyin önemli olduğunu doğru şekilde tespit ederek anlam çıkarabilmek, kendisinin ve liderlik ettiği grubun dikkatini doğru yöne yönlendirebilmek ve dikkati gerektiği süre kadar burada tutabilmek, ve eylem için harekete geçmek ve geçirebilmek…”
Ve yine dedik ki:
“Bu da kaçınılmaz olarak kurumsal alanda ve tabi ki kamusal alanda liderlik yapmaya kalkan herkesin bu görevi hakkıyla yerine getirebilmesi için yapması gereken birincil şeyi, kendini, kendi düşünüş, yaklaşım, tutum ve davranışlarını incelemek, anlamak olarak ortaya koyuyor…”
Bunlara dayanarak etkin liderlik için en kritik aracın ismini bir önceki yazıda (ve bu blogdaki tüm yazılarda) koyduk:
“Farkındalık…”
Artık “peki neyin farkında olmak lazım” sorusuna daha detaylı yanıt vermeye başlayabiliriz… Yukarıdaki tanımlara göre bu sorunun yanıtı iki ayrı alandan geliyor. Birincisi dış ortamlar. Yani örgütsel dinamiklerin, insan ilişkilerinin, nesnelerin, şeylerin ve olayların dünyası. İkincisi ise iç ortamlarımız, yani duygu ve düşüncelerin, inançların, yani öznenin dünyası. Aslında ilk alanı bu yazıların ilk bölümünde detaylı inceledik. İleriki yazılarda incelemeye de devam edeceğiz. Bu ve bundan sonraki bir kaç yazıda iç dünyamıza, liderin iç dünyasına değineceğiz biraz. Robert Kegan, kalıcı değişim için çok kritik iki soruya mümkün olduğunca açık ve net yanıt verebilmek, yani tam farkındalık getirmek gerekir diyor:
- Gerçekten ne istiyorum?
- Ve buna ulaşmama nasıl engel olacağım?
Bu iki soru, biz liderlerin ve onlara destek olmaya çalışan koçların en temel araçlarından olmak zorunda. Sadece bu sorular bile, bizim yolumuzu açıp etkin birer lider ve onlara etkili biçimde destek olan birer koç olmamıza yardımcı olabilir. Ancak nedense bu soruları, özellikle de ikincisini sormaktan, sorduğumuzda da yeterince derin bir farkındalıkla bakmaktan uzak duruyoruz. Aslında düşününce bayağı mantıklı geliyor: Nereye gideceğimizi biliyorsak, ve oraya gitmeyi gerçekten istiyorsak, bir de yolda karşımıza çıkacak engeller konusunda gözümüz açıksa, ve farkındalığımızı kaybetmeden uyanıksak, bizi ne engelleyebilir ki? Özellikle de bu engellerin çoğu bizim içimizden olan, alışkanlıklarımızdan, şartlanmalarımızdan, yanlış anlayış ve inançlarımızdan, ve doğru olmayan yansıtmalarımızdan gelen otomatik reflekslerimizden, yani farkındalığımızın ışığıyla aydınlattığımızda bir anda buhar olacak, gerçekte hacmi olmayan şeylerse?
Ancak yine bu bahsettiğimiz alışkanlık ve şartlanmalarımız, yanılsama ve reflekslerimiz bizi farkındalık ve uyanıklıktan, bu soruları sormaktan ve yanıtlarını farkındalığımızda tutmaktan alıkoyabiliyorlar. Bunun sonucunda da çoğu zaman, asıl temel sorulara yanıt vermeden bir işe yaramayacak mükemmel ve zekice tasarlanmış stratejiler, yöntemler (örneğin piyasadaki harika zaman yönetimi yöntemleri, aplikasyonları, programları) peşinde koşarken bulabiliyoruz kendimizi. Bunların işe yaramadığını görsek bile yine alışkanlıklarımız ve şartlanmalarımız bizi asıl temel soruyu (bunun işe yaramasına nasıl engel oluyorum?) sormaktan veya bu soruyu yanıtlamaktan çok, bir başka strateji, yöntem veya aracın peşine itiyor. Aracı suçluyoruz, kullanan konusunda meraklanmaktansa.
Biz liderlerin, ve onlara destek olma iddiasındaki koçların yapması gereken ise bunun tersine gitmek. Kullananı ve onu şartlanmaların, yanlış anlayışların, gerçekçi olmayan yansıtmaların elinde tutsak kılan şeyleri merak etmek, sorgulamak, onlara farkındalık getirmek. Yani şu soruyu sormak: Beni tam farkındalıktan, kendimin, başkalarının ve durumların farkında olmaktan, olanları olduğu gibi görmekten ve bu nedenle de etkin kararlar alarak ve etkin eylemlere geçerek ilerlemekten alıkoyan ne gibi şeyler var? Hangi engellerim, beni daha da etkin bir lider, koç, veya insan olmaktan alıkoyuyor? Bir liderin, kendi başına veya bir koçun desteği ile bu sorgulamaya girişmesi, deneyimime ve görüşüme göre en derin, en özgürleştirici, en anlamlı ve özü itibari ile en cesaret isteyen ve bu nedenle saygı uyandıran eylemlerden bir tanesi.
Çünkü ancak bu sorgulama ile insan kendisi ile yüzleşip artık işe yaramayan tanımların ötesine geçerek varlığına bir anlam katabilir. Öteki türlü, hala “ben” olduğunu sandığımız ve aslında hiç bir hacmi olmayan şartlanmaların, yanlış anlamaların, alışkanlıkların, tanımların, yanılsama ve yansıtmaların esiri olarak yaşamaya ve liderlik taklidi yapmaya devam edeceğiz.
Bu araştırma, herhangi bir model ve form istemiyor aslında. Tek yapmamız gereken büyük bir cesaretle ve açık bir zihinle eylemlerimize, düşüncelerimize, duygularımıza ve bunların doğasına bakmak. Yine de bana ve diğer danışanlarıma destek olan insan kendini gerçekten ve farkındalıktan nasıl ayrı tuttuğumu anlamama yardımcı olan bir modeli gelecek yazımda sizlerle paylaşacağım.
Görüşmek üzere.
Leave A Comment