Çözülecek bir problem var mı acaba, veya bizim çözümlerimiz problemin kendisi mi?

Biz gerçekten, Amerikan filmlerinde sorduğu soruya İngilizce bilmediği için yanıt veremeyen adama bu sefer daha yüksek sesle ve daha tane tane konuşarak aynı cümleyi tekrarlayan kahramanlar gibi davranıyoruz genellikle yaşama karşı. Daha önce binlerce kere uygulamış olmamıza ve hep aynı sonucu almış olmamıza rağmen, yine aynı şekilde davranıp farklı sonuçlar bekliyoruz.

Örneğin, sınıfta disiplini sağlamak için sertliğe başvuran öğretmen, uyguladığı ceza taktiği artık işe yaramamaya başlayınca dozunu daha da arttırıyor. Bazısı, sergilediği yapmacık ve gerçek olamayacak kadar iyi aşık rolü yüzünden karşısındaki insan güvenini kaybedip kendisinden uzaklaştıkça dozu daha da arttırıyor, ona ne kadar iyi olduğunu daha da göstermeye çalışıyor. Uyguladıkları taktikler işe yaramayınca takım antrenörü oyuncularını, uygulayıcıları suçluyor ve daha da yükleniyor işe yaramayan taktikleri uygulatabilmek için. İş yaşamında şirketi felakete sürükleyen eski stratejileri terk etmek ve yerine yenilerini getirmek, çoğu zaman deveye hendek atlatmaktan daha zor oluyor. Sonucu? Sonucunu hep beraber seyrediyoruz toplumsal ve bireysel alanda.

Diyelim ki arabanızdasınız. Uzun yola gidiyorsunuz. Sabah erkenden kalktınız, bagajı yüklediniz, depoyu doldurdunuz, çıktınız yola. Keyfiniz de yerinde, meşgul etsin diye ağzınıza bir de çiklet attınız, sevdiğiniz kaseti de koydunuz, şarkılara eşlik ede ede gidiyorsunuz. Şehir hudutlarından şöyle bir iki saat uzaklaşır uzaklaşmaz arabanın yağ göstergesi size göz kırpmaya başladı: Bir sorun var! Eyvah, olacak şey miydi bu şimdi! Problemi çözmeniz lazım. Hemen zaten şekeri de kaçmış olan çikletinizi çıkarıyorsunuz, ve yağ uyarı sinyalinin üzerine yapıştırıyorsunuz. İşte bu kadar, diyorsunuz içinizden. Böyle yaratıcı çözümler bulurum ben. McGywer mıyım ne! Ancak bir süre sonra arabanızdan önce hiç hoşunuza gitmeyen sesler, arkasından da kokular gelmeye başlıyor, ve durmak zorunda kalıyorsunuz.

İşte bizim problemlere, sorunlara yaklaşımımız da hemen hemen böyle aslında. Ortaya çıkan semptomlar hemen ortadan kaldırmamız gereken musibetler, hastalıklar bize vuran piyango, sorunlar kötü şans. Biz kötü haber getiren habercileri vuruyor, sonra onların bizi uyarmaya çalıştıkları fırtınaların elinde bir oradan bir oraya savrulup duruyoruz. Yanlış anlamayın, ben problemler iyidir, problemler harikadır, problemleri çözmeyelim, onları sevelim koruyalım gibi bir söylem içinde değilim. Ben sadece Einstein’ın şu çok sevdiğim sözünü anımsatmak istiyorum sizlere: “Problemler, yaratıldıkları düzeyde çözülemezler.”

Peki nasıl çözülürler? Kendi bütünlükleri içinde. Şunu kabul etmemiz lazım: Başımıza gelen her şey, her problem, her hastalık belli bir nedenle, belli olaylar sinsilesi içinde karşımıza çıkıyor. Her sorunun kontrol edilebilir, saptanabilir ve düzeltilebilir belli bir nedeni vardır gibi basit bir yaklaşım önermiyorum. Ama şunu diyorum: Eğer şirketinizin satışları düşüyorsa, eğer antrenörü olduğunuz takım kazanamıyorsa, eğer istediğiniz sonuçları alamıyorsanız, eğer başınız ağrıyorsa, eğer ilişkilerinizde devamlı benzer sorunlar yaşıyorsanız, eğer arabanızın ön konsolunda kırmızı bir ışık yanıyorsa bunlar büyük ihtimalle sadece birer semptomdur. Semptomlarla uğraşmak, belki de problemin kendisinden de büyük zararlara yol açabilir.

Bu açıdan baktığımızda karşımıza çıkan sorunlar aslında birer lütuf bile gözükebilir. Çünkü bu sorunlar, aslında mükemmel bir biçimde oluştular. Bize belki de kişisel gelişimin ve değişimin, büyümenin en büyük katalizörü olan o basit ama önemli soruyu sorma fırsatı yaratıyorlar: “Aslında ne oluyor yahu burada?” İşte biz ancak bu önemli soruyu sorduğumuzda bizi daha da dibe götüren çözümlerimizin boyunduruğundan kurtulabiliyoruz. İşte ancak o zaman her seferinde aynı şeyi yapıp her seferinde farklı sonuçlar bekleme tuzağında kurtuluyoruz. İşte o zaman diyoruz ki, “evet, bu durumdan çıkamadım henüz, ve ne yapacağımı da bilmiyorum. Ama bildiğim bir şey var ki, o da şu anda yapmakta olduğum şeyin işe yaramadığı. Demek ki farklı bir şey yapmalıyım. Ne olursa! Ve bu bulduğum çözüm, büyük ihtimalle mantıklı da olmayacak. Çünkü bildiğim bütün mantıklı çözümleri kullandım. Ve çözümüm rahatsız da hissettirebilir. Fazla risk almadığım çözümler işe yaramadı çünkü. Farklı ne yapabilirim? Bilemiyorum. Ama denemeden de bilemeyeceğim. Ya yaptığım işe yaramazsa? O zaman da başka bir şey düşünürüm herhalde! Ve bir dakika, ben bunu yaşamımda başka nerede yaşıyorum? Burada bu insanların karşısında düştüğüm sembolik durumu başka nerelerde yaşıyorum? Başka nerelerde aslında beni hiçbir yere götürmeyen mantıklı, bilinen ve risksiz çözümlerin kısır döngüsü içinde kendimi hapsetmiş durumdayım?”

İşte bunu söyleyebildiğimiz zaman, işte garantili çözümler arama tuzağından ve rahat ettiğimiz bölgeden çıkıp da gözlerimizi açtığımız zaman, problemin bir üst düzeyine çıktığımız, bir bakıyoruz ki, problemi çözmenin de gereği ve anlamı kalmamış, problemi yaratan aslında çözmeye çalışmamızmış.