Geçen gün bir dostumla akşam yemeği yiyoruz. Kendisi aynı zamanda danışanlarımdan biri. Gayet keyifli bir sohbet içindeyiz. Arkadaşım, üst düzey yönetici, aynı zamanda da kendi işini kurmak üzere; yaşamını güzelleştirmek üzerine, hayallerinin peşinde gitmek üzerine konuşuyor, çalışıyoruz.

İlk çalışmaya başladığımızda enerjisinin önemli bölümünü zaten hali hazırda gerçekleşmiş koşullarla kavga etmek için harcamaktaydı arkadaşım. Şimdi ise gerçekten kendi kontrolünde olan şeylere, yani yaşamın ona ne getirdiği üzerine değil, buna nasıl yanıt vereceğine harcamaya başlamasını kutluyoruz bir yerde.

Mönüden ikimiz de aynı makarnayı ısmarlıyoruz. Ama aslında spagetti ile yaptıkları yemeği ikimiz de farklı makarna çeşitleri ile yapmalarını rica ediyoruz garsondan. Evren isteğimize boyun eğiyor.

Garsonun getirdiği yemeğinden bir çatal aldıktan sonra arkadaşım diyor ki “aslında ne kadar basit. Her şey zamanı geldiğinde oluyor. İstediğin kadar endişelen, istediğin kadar uğraş didin, ne olacaksa oluyor zaten. Yaşamın kendisi ile mücadele etmekten yaşamın getirdiklerini göremez olmuşuz gerçekten. Ama bu çekişmeyi bırakınca bir anda aslında çevrende olan, ve belki de bir çoğunu fark etmeden pas geçtiğin fırsatları fark ediyorsun.” Arkadaşımı başımla onaylıyor, makarnamı çatalıma sarmaya devam ediyorum.

“Anlamadığım bir şey var benim ama.” Sözüne bir lokma su içtikten sonra devam ediyor. “Madem yaşam bir şekilde karşımıza zaten bir şeyler çıkarıyor, zaten biz her ne yaparsak yapalım, sürpriz faktör her zaman belirleyici oluyor, ve gözümüzü açarsak fırsatları da yakalayabiliriz, neden hedef belirleyelim ki? Neden gereksin hedefler, amaç, vizyon, misyon? Yani, öyle bir şey ki bu, ortalıkta aslında yol filan yok. Hedefi ben geleceğe bir yerlere koyuyorum ama, bir yol yok görünürde. Ve ancak ben ayağımı attığım zaman bir yol beliriyor, ve ben bu yolun benim istediğim yere doğru gitmekte olup olmadığını bilmiyorum bile. Tek bildiğim, ben ayağımı attığımda bir yolun orada belirdiği, bir şekilde… Yani hedef koymak fuzuli bir çaba gibi.”

Bundan güzel anlatılamazdı bir şey. Arkadaşıma soruyorum: “Peki neden atıyorsun o adımı?”

“Yaşamımı daha da güzelleştirmek için tabi, o adımı atmazsam fırsatlarla karşılaşma imkanım da olmaz…”

“Bunu çok iyi anladım da, nasıl oldu da herhangi bir yol ortada yokken, ve olma garantisi de yokken, aslında boşluğa doğru savurabildin o adımı, sormak istediğim bu aslında…”

Arkadaşımın yüzü aydınlanıyor. “Devam et” diyor, aslında bir soru sormadığımın gayet farkında olarak. Sözünü dinleyip konuşmaya başlıyorum:

“Kim olduğu aklımda değil, ünlü bir basketbol koçu hakkında şu anektodu duymuştum. Koç, oyuncularına konuşuyor: ‘Michael Jordan vazgeçti mi?’. Hep bir ağızdan yanıt ‘Hayır!’ ‘Muhammet Ali vazgeçti mi?’ Yanıt ‘Hayır!’ ‘Peki John McBride vazgeçti mi?’ Oyuncular ‘hocam onu hiç duymadık, kim o?’ dediğinde koç yanıt vermiş: ‘tabi ki duymazsınız, çünkü o vazgeçti!’

“Hedef, misyon, vizyon, amaç, ve bunlara doğru vazgeçmeden ilerlemek… Tabi ki çok önemli, bunlara ulaşmak için insan sonuna kadar, vazgeçmeden çalışmalı. Ama hedeflerle ilgili daha da önemli bir şey var: Onu da sen söyledin biraz önce. Bir hedefi, amacı olmayan insan, veya vazgeçen insan, bulunduğu yerde, o kutusunda hapis görecektir kendini. Dışarı hiç bir yol olmayan bir ada gibi. Hiç bir çıkış yolu göremeyecektir bulunduğu durumdan. Ancak kendine ulaşmak için daha yüksek bir hedef, bir ülkü seçtiğinde, bulunduğu yerde kalmayı bir seçenek olarak bile kabul etmediğinde, ve her ne olursa olsun diyerek, garantileri geride bırakarak boşluğa doğru adımını attığında o planlayamadığı fırsat ve yaşamla kendisini karşılaştıracak yol ayakları altında oluşur. İşte ona o adımı attıran hedefidir.

“Derler ki aslında asasını vurarak bölmemiş Kızıl Denizi ikiye Hazret-i Musa. Direkt yürümüş suya, güvenerek. Ve su ancak burun hizasını geçince, ne olursa olsun geri dönmeyeceği, boğulmayı göze aldığı belli olunca ikiye ayrılmış. Hedeflerin de görevi bu belki de. Yolu oluşturmak, denizleri ikiye ayırmamız için bize neden vermek.”

Arkadaşım anlamlı anlamlı başını sallıyor.  Sessizce, hedeflerimizi ve onların peşinde yaracağımız suları ve olduracağımız yolları düşünerek daha bir saldırıyoruz makarnalarımıza….