Nasıl da kendimizi hem güvensiz, hem biraz umutsuz, hem de biraz umutlu hissediyoruz bugünlerde,.. Sanki kafamız karışık gibi… Sanki içinde bulunduğumuz dünyanın, içinde bulunduğumuz yaşamın en temel iki unsurunu, kaos ve düzeni ve onların birbirleriyle olan dansını, ve bu dansın içindeki yerimizi anlayamamış gibi… Bu iki kavramı anlamayan birinin ne kendine, ne de başkalarına pek de hayrı olamayacağını anlamamış gibi…
Düzen. Kendimin ve başkalarının yönünün ve eylemlerinin ve bu yön ve eylemlerin sonuçlarının tahmin edilebilir olduğu dünya. Tehditlerin olmadığı, olguların belirli olduğu, uçakların zamanında kalktığı dünya. Evimin, işimin, paramın, sevdiklerimin güvende olduğu dünya. Öte yandan yeniye yer olmayan, yeni fırsat ve olasılıkların bulunmadığı, heyecanın ve diğer duyguların içinde yer almadığı. kuralların, otoritenin dünyası. Maskülen. Yang. Baba prensibi.
Ve Kaos. Tanıdık olmayan, bilmediğim, olasılıklarını tahmin edemediğim dünya. Bilinmeyen, bu yüzden de sonsuz olasılıkları içeren, karanlık gözüken, ancak içinden aydınlığın doğduğu yer. Kendimi güvende hissetmediğim, bir sonraki adımımı ve onun nelere yol açacağını bilemediğim yer. Her şeyin mümkün olduğu, bu yüzden de korkutucu olduğu yer. Öte yandan da tüm yaratıcılığın, olasılıkların, heyecanın, duyguların, maceranın, fırsatların, mucizevi çözümlerin yaşadığı yer. Feminen. Yin. Anne prensibi.
İnsanın bu iki dinamik güç arasındaki macerası, on binlerce yıllık insan medeniyetinin mücadelesinin özeti. İnsanın özünde kaotik, belirsiz, tanımsız, her an ne olabileceği ile ilgili sınırsız olasılıklar içeren ve bu olgularla ilgili kendiliğinden, net açıklamaların olmadığı bir dünyadan beslenerek o dünyayı düzenli, formüllerin tuttuğu, olguların anlaşılabilir ve tahmin edilebilir olduğu bir dünyaya dönüştürme çabası, tüm gelişmelerin ve devrimlerin altındaki itici güç gibi gözüküyor.
İşte bu yüzden düzensizlikten, yönsüzlükten, bilinmeyenden uzaklaşmak ve düzene, tanımlı olana, bilinene doğru ilerlemek, neredeyse insanların genetik kodlarına yazılmış, sinir sistemimize işlemiş. Bu yüzden liderlerimizi, yöneticilerimizi bize düzen, yön, ve koruma vadedenlerden seçiyor, bu kişilere için seve seve kendi otoritemizi teslim ediyoruz….
Bunda bir problem yok. Özellikle işler iyi giderken. Ancak problem şu: Biz bu düzenin devamlılığına ne kadar yatırım yapabiliriz? Biz dünyayı düzenli, sabit, değişmez hale getirdiğimizi sansak bile, aslında uçsuz bucaksız bir belirsizlik denizi içinde küçük düzen adaları kurmaktan başka bir şey yapmıyoruz. Üstelik bu adalarımız da kâğıttan. Bu kâğıttan düzen adaları kaos denizinde ıslandıkça çözülmeye başlıyorlar ve bizi tekrar tekrar hayatın, belirsizliği ile, değişkenliği ile ile yüz yüze bırakıyorlar.
Bu duruma karşı ilk tepkimiz daha fazla düzene, daha fazla otoriteye sığınmak oluyor genellikle. Ekibimizin motivasyonsuzluğu bir eğitimle çözülsün istiyoruz. Toplumsal huzursuzluk askeri önlemlerle ortadan kalksın istiyoruz. Şirketteki problemleri yeni gelen genel müdür alacağı mucizevi kararlarla çözsün istiyoruz. Yeni bir Atatürk gelsin ve ülkeyi kurtarsın istiyoruz. Bir takım karanlık güçlerin bizimle dalga geçtiğini düşünmek, anlamsızlığa anlam, nasıl tepki vereceğimizi bilmediğimiz kaosa tanım getiriyor. Neye nasıl tepki vereceğimizi bilmemektense göremediğimiz farazi bir düşmana öfkelenmek daha kolay oluyor.
Bu tip çözümler bazen kısa dönemli olarak bizi rahatlatıyor. Geçici olarak düzene geri dönmüşüz gibi bir his yaratıyor. Ancak bu düzenin gerçekten tekrar sağlandığı durumlarda bile yeni inşa edilen düzen adası da kağıttan olduğu için aynı problemlerle yüz yüze kalıyoruz bir süre sonra. Bu sefer daha da düzene tutunuyoruz, daha da bilinmeyeni reddediyoruz. Gitgide diktatörleşen liderlere, yöneticilere, anne babalara, eşlere dönüşüyoruz. Bu da bir yandan ilerlemeyi durduruyor, bir yandan da bir sonraki kaosun kaynağı oluyor.
İşte daha önce tartıştığımız adaptasyon gerektiren değişim, mevcut düzenin yeterli olmadığı ve daha iyi bir yere gelebilmek için kontrollü bir biçimde o düzenin dışına çıkmamızı, mevcut anlam haritamızı sorgulamamızı, bilinmeyene ve onun sunduğu tüm potansiyele dikkatle adım atmamızı gerektiren türde bir değişim.
Değişim artık işe yaramayan ve bizi çıkmazda tutan değerlerimizi, eylemlerimizi ve kimlik tanımlarımızı sorgulayarak ve bunların bazılarını bırakmaya razı olarak gerçekleşebilir. Bu, kayıp hissi içeren ve rahatsız edici bir süreçtir. Ancak başka türlü ilerleme kaydedilmez. Başka türlü, biz geçici ve çoğu zaman da içeriden ve dışarıdan otorite baskısı içeren çözümlerle yaşamaya devam ederiz. Problemlerimiz de tekrar tekrar karşımıza gelirler.
İşte bu yüzden şirketlerde yaşanan ve iyice içinden çıkılmaz hale gelen sorunlar da, ülkelerin karmaşık sorunları da sadece otorite ile ve alışık düzenleri koruyan çözümler ile çözülemez. Çünkü karmaşık, sınırlı kontrolün olduğu, belirsizlik içeren, tam olarak tanımlanamayan problemlere bilinen, denenmiş düzenler getirmeye çalışan teknik çözümler işe yaramaz.
Ancak tamamen kaosa atılmak da işe yaramaz. Değişim sürecinin kendisinin de belli bir düzen içinde olduğunu hissetmek, değişimin yönünü görmek, zorlansak ve bazı kayıplara razı olsak da temelde güvende olduğumuzu daha iyi bir yere gittiğimizi bilmek, bu rahatsız edici kaotik süreci bizim için tahammül edilebilir kılar.
Liderlik yapmak işte bu yüzden kritiktir. Liderlik yapmak, bilinenle bilinmeyen arasındaki ince ve kritik çizgide ilerlemek ve insanların da sizle yürümesini sağlamak demektir.
Bunun içinde içinde bulunduğu duruma anlam verebilmesi, olanı da kaos ile düzenin zamanın başından beri süren dansının bir parçası olarak görebilmesi gerekir liderin.
Kendimizi böyle bir liderliği yapacak duruma nasıl getirebiliriz, liderlere bu yönde nasıl koçluk yapabiliriz, bu yolda daha nelere ihtiyaç var, bunlar bu yazı dizisinin ve 6 Mayıs’ta başlayacak ICF onaylı Yönetici Ve Lider Koçluğunda Ustalık Programı’nın konusu. Bu eğitim hakkında detaylı bilgiye profil linkimden ulaşabilirsiniz.