Nedir insanı insan yapan? Tabi ki bu soruyla bir sohbet veya entelektüel bir tartışma içinde karşılaştığımızda birbirinden farklı, bazen şiirsel, bazen filozofik yanıtlar veririz. Ama bir düşünün hele, nedir insan? Coaching: Evoking Excellence In Others adlı kitabında, James Flaherty şöyle soruyor:

“Yani insan dünyadaki bütün diğer varlıklar gibi, sandalyeden, yıldızlardan, kurbağalardan sadece kimyasal yapısı, ağırlığı, ve onu oluşturan benzeri özellikleri ile ayırt edilebilecek bir varlık mı? Yoksa insanlar kendilerine özgü, farklı, ne kadar uzun olursa olsun özelliklerinin bir listesiyle sınırlanamayacak bir biçimde mi varoluyorlar? Özelliklerin toplamı insan varoluşunu tanımlayabilir ve insanlar tarafından deneyimlenen ve yaratılan her şeyin hesabını verebilir mi?”

Benim şahsi yanıtım hayır. Bence insanı insan yapan şey listelenebilecek özelliklerinin çok ötesinde bir yeteneği, bir farklılığı. Farkında mısınız, yaşamınızdaki herkesle, her şeyle ilişki halindesiniz. Bu yazı ile, bu yazıyı gözlemlediğiniz ekran ile, ekranın üzerinde durduğu masa ile, ekrandan gözünüze yansıyan ışık ile, oturmakta olduğunuz sandalye ile, ayaklarınızı bastığınız yer ile bir ilişki halindesiniz. Daha da ötesi, şu anda vücudunuzla, ellerinizle, ağzınızın içinde hissettiğiniz kurulukla, gözlerinizde hissettiğiniz yorgunlukla, burnunuzun ucundaki kaşıntıyla, daha fazla kahve içmemenizi söyleyen midenizle ilişki halindesiniz.

Peki daha da abartalım, bu yazıyı okurken aklınızda bazı fikirler oluşuyor, değil mi? Yazdıklarım belki başka düşünceleri, daha önce okuduklarınızı çağrıştırıyor, belki diyorsunuz ki “Bakalım Dost nereye varmaya çalışıyor?”. Bu düşünceleri kim düşünüyor? Yani düşünceleriniz de “siz” denen şeyin dışında, ilişki kurduğunuz şeyler. Hatta bazı düşüncelerinizi beğeniyor, diğerlerini yargılıyorsunuz. Bir de duygularınız var. Korkularınızla, sevginizle, heyecanınızla, öfkenizle, üzüntünüzle ilişki halindesiniz.

Peki bütün bunlar sizin ilişki içinde olduğunuz şeylerse siz kimsiniz? Sizi siz yapan nedir? Medard Boss, Existential Foundations Of Medicine and Psychology (1983) kitabında şöyle diyor:

“Hatırlayın ki varoluş, sadece ilişki kurma olasılığı içinde vardır.”

Bu dolambaçlı laf ne demek? Bu dolambaçlı laf şunu soruyor aslında bize: “Eğer ilişki içinde olabileceğimiz hiçbir kimse, hiçbir şey olmasaydı, biz de var olur muyduk?” Bir insanı insan yapan, ilişki kurabilme kapasitesinden başka nedir ki?

Yaşamımızı ilişkiler üzerine kuruyoruz. Yaşamımızın gidişatını hep ilişkilerimiz belirliyor. Çoğu kilometre taşımız ilişkilerden oluşuyor. Bundan bir süre önce oluşan bir ilişki, bir etkileşim sayesinde bu dünyada, bu bedende mevcuduz. Ve bu bedenle de ilişki içerisindeyiz. İlişkilerimiz tanımlıyor kim olduğumuzu. Yaşamınızda olan her şey bir ilişkiye dayanıyor aslında. Ve bir şeyi görmezlikten gelmek, yok saymak için bile önce onunla ilişki kurmak zorundayız. Tanrıya inanmıyorum demek için bile “Tanrı” kelimesi ile, “tanrı” kavramı ile ilişki kurmak zorundayız. Biz ilişkilerimiz sayesinde varız. Onlar yoksa biz de yokuz.

Bütün bu ilişkiler içinde en çok kafa yorduğumuz ve en az değerini anladıklarımız ise yakın, hatta romantik ilişkilerimiz. Ha evet, bu ilişkiler hepimiz için önemli, bir çoğumuz için yaşamının – itiraf etmesek de – en önemli parçası sevip sevileceği bir ilişki, şu anda mevcut olsa da, olmasa da. Ama bu, bu tip ilişkilerin önemini ve amacını anladığımız anlamına gelmiyor.

Evet, hemen hemen hepimiz romantik bir ilişki istiyoruz, böyle bir ilişkinin bizi tamamlamasını istiyor, bekliyoruz. Peki istediğimiz ilişki nasıl bir şey? Herhalde çoğumuzun sorunsuz, rahat, huzurlu bir ilişki istediğimizi söylersem abartmış olmam, değil mi? Çoğumuz bir ilişkiye girerken istiyoruz ki artık hiçbir sorun çıkmasın, hiç tartışma olmasın, karşımızdaki insan tamamen bizi anlasın, her ihtiyacımızı karşılasın, bizi kesintisiz sevmeye devam etsin ve bir şekilde bizim de ona karşı olan sevgimizi ayakta tutsun. İstedikleri sadece ve tamamen bizim vermek istediklerimiz olsun, hiçbir şekilde başka bir şey istemesin ve bizim de başka bir şey istememize gerek kalmasın.

Rahat, huzurlu, mutlu, hem ihtiyaçlarımızın karşılandığı hem de verdiklerimiz yüzünden mutlu etme ihtiyacımızın da karşılandığı bir ortam… Anne karnına benzemiyor mu sizce biraz bu tanım? Yaşam boyu hepimiz o sıcak güvenli ortamdan çıktığımızı ve bir daha o kadar rahat bir ortama geri dönemeyeceğimizi niye kabul etmek istemiyoruz acaba?

Hemen hemen her insan bunu istiyor, kadın erkek, ürkek, girişken, çapkın veya değil. Benim iddiam bütün ihtiyaçlarının karşılanacağını ve başka bir insana ihtiyaç duymayacağı bir ilişkiyi herkesin tercih edeceği.

Ancak maalesef yaşadığımız ilişkiler bu resimden bir yerlerde farklı oluyor, nedense beraber olduğumuz insan bu duyguları bize yaşatacak o “doğru insan” bir türlü olmuyor. İlk cicim ayları (bazen, ay değil, hafta, gün veya saat de olabiliyor bu cicimler) geçip de, duygusal ihtiyaçların ve kimlik problemlerinin en korunaksız biçimde ortaya döküldüğü bu tip bir ilişkide kaçınılmaz olarak ilk anlaşmazlıklar ortaya çıkmaya başlayınca, büyü de bozulmaya başlıyor.

Gay Hendricks buna ilişkinin kritik anı diyor. Daha önce belirttiğim gibi ilişkiler, bizi biz yapan, kim olduğumuzu tanımlamamıza yarayan şeyler. Ve bizim kendimizle karşılaşmamız, kör olduğumuz özelliklerimizle tanışmamız, yani büyümemiz, yani gelişmemiz, yani daha başarılı, daha mutlu, daha kendi içinde bütün bir insan olmamızın tek yolu, ilişki içinde bu yanlarımızla karşılaşmamız.

İşte her ilişkide oluşan bu “sorun” anları, bizim kendi kendimizle karşılaşmak, kim olduğumuzun sorumluluğunu almak, ve bu yeni karşılaştığımız bizle olmak istediğimiz insan arasındaki farkı ortadan kaldırmak için sahip olduğumuz en önemli fırsatlar. Sakın sadece yakın, romantik ilişkilerden bahsettiğimi sanmayın. Bu en fazla romantik ilişkilerde ortaya çıksa da anne ve babamızla, çocuklarımızla, öğretmenimizle, patronumuzla, çalışanımızla, sokakta çarpıştığımız insanla, önümüze atlayan taksi şoförüyle, okuduğumuz kitapla, yani hemen hemen bütün ilişkilerde karşılaştığımız bir fırsat.

Şunu farkedin ki, ilişkide bir sorununuz varsa, bir şeyden memnun değilseniz, bir rahatsızlık varsa, bu önce sizinle ilgili. Ve bu sorun, memnuniyetsizlik, rahatsızlık, her ne ise, size önce kendinizle tanışmak için ve büyümek için,  daha sonra da ilişki içinde olduğunuz kimse ile daha yakın, açık, gelişmeye dönük ve her iki tarafın da potansiyelini açığa çıkarmaya yönelik bir ilişki inşa etmek için çok ciddi bir fırsat veriyor.

Peki siz bu fırsatlar karşısında ne yapıyorsunuz? O fırsatları değerlendiriyor, acaba bu yeni ortaya çıkan olay, bana benim hakkında bilmediğim ne söylüyor, görmediğim, kör olduğum hangi yanımı ortaya koyuyor, gölgem hakkında bana ne gibi ipuçları veriyor diye mi soruyor, ve karşınızdakine de aynı soruları yanıtlayabilmesi için yardımcı oluyorsunuz, yoksa hemen suçlama, yadsıma, yansıtma ve yok sayma gibi popüler savunma taktiklerine mi sığınıyorsunuz?

Her ilişkide rastlanan bu tip sorunlar, her iki tarafın da işlerine artık yaramayan inanç ve şartlanmalarına, etkin sonuç vermeyen davranış kalıplarına, geçmişten kaynaklanan yaralanmalarına, korkularına ve zayıflıklarına bakabilme ve onları güvenli bir ortamda iyileştirmelerine yardımcı olabilir. Bu tip bir yaklaşım ve her ne olursa olsun ilişkiyi her iki tarafı da birer insan olarak geliştirmeye tam bir adanmışlık, size belki de o hayalini kurduğunuz sevecen ve ihtiyaçlarınızı karşılayan ilişkiyi getirebilir.

Hatta belki de, bütün bu ilişki oyunun ana amacı beraberce büyümek ve gelişmektir. Siz her sorun çıktığında sorunlardan kaçıyor, onları yok sayıyor, suçu karşı tarafa atıyor veya bu oyuncak da bozuldu, yenisini alayım diyorsanız, bütün eğlenceyi kaçırıyorsunuz demektir!