Rick Hanson’un Enlightened Brain adlı sesli kitabını dinliyorum. Şimdiye kadar yazdığım, düşündüğüm, farkettiğim, meditasyon deneyimimde üzerinde çalıştığım konular üzerine bilimsel bir takım açıklamalar almak, işin o tarafına çok meraklı olan zihnime iyi geliyor.

Kendisi bir nöropsikolog olan Hanson aydınlanmış zihni tanımlarken, insanın evrimsel olarak algı ve uyarılma mekanizmasının nasıl geliştiğini anlatıyor. Aslında hepimizin bildiği ve tanık olduğu konulara nörolojik açıklamalar getiriyor. Anlattığına göre beyinin üç temel uyarılma mekanizması var: Tehditlerden kaçma, yani adrenalin, ödüllendirilme ve tatmin hissi yaratanlara doğru yaklaşma, yani dopamin, ve ait ve ilişkide olma, yani oksitosin. Bu üç güdü de, organizmanın ve türün devamlılığı için temel öneme sahip, ve yine buna yönelik olarak kendi aralarında bir hierarşileri var. Sopadan kaçma güdüsü, havuç peşinde koşmanın önünde geliyor, çünkü yarın başka bir havuç bulabilirim, ama sopadan kaçamazsam, bundan sonra hiç havuç yiyemeyebilirim. Aynı şekilde evet, türümün diğer üyeleri ile birlikte olmak için sosyal becerilere sahip olmak hayatımı devam etme ve türümü üreyerek devam ettirmek için daha iyi bir seçenek, ama önce karnımı doyurmam lazım.

Modern insan, çoğu zaman bu üç açıdan da uyarılmış olarak sürdürüyor yaşamını. Hiç sonu gelmeyen ve hiç bir zaman tatmin duygusu yaratmayan arzularının elinde tutsak, bir yandan da bu arzularına ulaşmasına engel olacağını ve ellerindekileri kaybetmesine neden olacağını düşündüğü herşeyi, yani tüm dünyayı tehdit olarak algılıyor. Ve ne yaparsa yapsın, isterse çevresi çok kalabalık bir insan grubu ile çevrili olsun, kendini devamlı yalnız ve ruhsal olarak izole hissediyor. Bu nedenle de devamlı uyarılmış, açlık çeken, endişe içinde ve yabancılaşmış bir beyin/zihin ile mutsuz, tatminsiz, hırsla yaşıyor.

Bu durumu her ne kadar kanıksamış olsak da, zihnin ve beynin doğal hali, doğası bu değil. Bilgelik geleneklerinin her zaman söylediği şeyi, nöroloji de teyit ediyor. Bu üç güdü ve adrenalin, dopamin ve oksitosin arzusu tarafından uyarılmamış beyin, yani güvende hisseden, doygun ve bir bütünün parçası hisseden zihin, doğal olarak sakin, halinden memnun ve başkalarına karşı şefkatli ve onların iyiliğini düşünür hale geliyor. Hanson bunun çok uzun süre meditasyon yapan ve belli seviyeye gelmiş kişilerde doğal olarak zihin ve beynin genel hali haline geldiğini anlatıyor.

Bu duruma ulaşmayı kim istemez! Ancak sorun şurda: Bu duruma ulaşmak için tehditleri ortadan kaldırmaya, açlığınızdan kurtulmak için birşeyler edinmeye ve bir yerlere ait olmaya çalıştığınızda, yine aynı mekanizmaları harekete geçiriyor, aynı hormonları ateşliyorsunuz. Üstelik beynin yapısı, bunu bir alışkanlığa çeviriyor, bu yolla kalıcı olmasa da belli bir rahatlamaya, geçici bir doygunluğa ve anlık bir birliktelik hissine ulaştığı için bunu tekrarlama eğiliminde olup, aslında uzun dönemde korkuyu, açlığı ve yanlızlığı arttırıyor. Dışarıdan elde edeceğiniz herhangi bir şey, işte bu yüzden sizi tatmin edemez ve kalıcı mutluluk yaratamaz.

O zaman çözüm ne? Beyni, yani zihni eğitmek. Tibet Budizm’inde belirtildiği gibi, pratiğin amacını, pratiğin kendisi haline getirmek. Halinden memnuniyeti pratik etmek, bu zihin halini geliştirecek şekilde eğitmek zihni. Sakinlik geliştirmek. Uyaranları azaltmak. Yaşamı basitleştirmek. Geçici tatmin sağlayan ama sonrasında seni daha da susuz bırakan bazı şeylerin peşinden koşmayı bırakmak, bu durumla ilgili bilgelik geliştirmek. Ve şefkat geliştirmek. Başkalarının da en az senin kadar aç, korkak ve yalnız olduklarını, ve ne yapıyorlarsa bu nedenle yaptıklarını anlamak. Onların bu açlık, korku ve yalnızlıklarından dolayı yaptıkları ile senin açlık, korku ve yalnızlığın nedeni ile yaptıkların arasında temelde pek de fark olmadığını görmek, ve bu sayede hem onlara, hem de kendine şefkat duyabilmek. Ve bu tutumları bir alışkanlık haline gelebilecek kadar çok ve sık yapmak. Bunun için konsantrasyon geliştirmek.

Ve olayın en nihayetinde ben dediğin ve ya sıkıca sarıldığın, kendisi değiştirmek istediğin, uğruna savaş verdiğin ve tüm eylemlerini benim diye sahiplendiğin şeyin, bir açıdan da dış koşullar tarafından tetiklenen hormon salgıları ve bu hormonların açlığı ile hareket eden bir tür şartlanmalar bütünü olduğunu, çok da ciddiye alınacak bir durum olmadığını görmek, rahatlamak, sakinleşmek, ve neşelenmek!

Belki de gerçekten aydınlanmış zihin veya buda zihni, Hanson’un dediği gibi böyle bir şeydir, kim bilir!

Rick Hanson’ın bu sesli kitabına ve bu sesli kitabının kaynağı olan best seller kitabına aşağıdaki linklerden ulaşabilirsiniz: