Bu sabah uyandınız. Bu yazıyı okuyor olduğunuza göre uyanmış olmalısınız, benim bilmediğim bir teknoloji geliştirilmediyse eğer. Sonra neler yaptınız, bu yazının tam bu satırını okuduğunuz bu ana gelene kadar? Yaptığınız şeyleri, seçimlerinizi, eylemlerinizi, kararlarınızı bir gözden geçirin lütfen. Belki çalar saatinizin sesiyle kalktınız, belki de kendiliğinizden uyandınız. Hemen yataktan kalkabildiniz mi? Önce yüzünüzü mü yıkadınız, yoksa gazete gelmiş mi diye bakmak için kapıya mı gittiniz? Kahvaltı yaptınız mı? Ne yediniz kahvaltıda?

Gün içinde bazı seçimler yaptınız,bazı kararlar verdiniz. Yataktan kalkmak, hatta uyanmak ilk kararınızdı. Siz seçtiniz yataktan kalkmayı, değil mi? Yoksa “zorunluyum” diye mi kalktınız yatağınızdan? Öyle ya, başınıza silah dayayıp “kalk” dediler, “işe gitme zamanı geldi”. Tercihiniz yoktu. Silah dayamasalar bile ya çalışmanız “lazım”, ya “sorumluluklarınız” var, ya da normali bu, nasıl yataktan kalkılmaz ki, er ya da geç yataktan çıkılacak değil mi?

Diyelim ki çalışıyorsunuz ve işe çıkmak için yola çıktınız. Trafik. Her zamanki gibi. Sinirlenmemeye daha önceki günlerdekarar vermiştiniz. Kafanızın içinde binlerce düşünce birbirini kovalıyor. İşi, partnerinizle istediğiniz gibi gitmeyen ilişkinizi, akşam planlarınızı, projenin yetişip yetişmeyeceğini, arabanın kilometresi gelen bakımını… Takip edemediğiniz bir sürü düşünceyi, aklınıza uğrar uğramaz, düşünmek istemediğiniz için kovmaya çabalıyorsunuz. Ne de olsa sırada başkaları var.

Tam o sırada yavaş ilerleyen trafikte yan şeritten bir araba sinyal bile vermeden önünüze atlıyor. On beş dakika önce aynı hareketi yapmış olmanıza rağmen asılıyorsunuz kornaya. El hareketi de yapınca karşı taraf, kaybediyorsunuz kendinizi, arabanın içinde bağırıp çağırmaya başlıyorsunuz. Ne yarar sağladığını düşünmüyorsunuz. Bunun size ne getireceğini düşünmüyorsunuz. Bir arabanın önünüze geçmesinin yaşamınız için taşıdığı anlamı düşünmüyorsunuz. Sonunda bütün gün için kullanacağınız enerjinin yarısını tüketmiş olarak ve ufak bir baş ağrısı içinde dönüyorsunuz kendi dünyanıza.

İşe geldiğinizde hala sinir küpüsünüz. Masanıza geçip oturuyorsunuz. Bakalım bu gün nasıl geçecek. Uzunca zamandır ara sıra sizi hayaller dünyasına alıp götüren o düşünceler birbiri ardına geliyor: İstifa etmek, kendinize daha uygun ve daha çok tatmin edecek bir iş bulmak, dünyayı dolaşmak, bir iş kurmak, o müthiş rüyanızı gerçekleştirmek, artık insanlara “hayır” demek,… Telefonun sesiyle irkilip atılıyorsunuz günün içine.

Akşam olduğunda bakıyorsunuz günün bilançosuna: O gün için yapmayı planladığınız hiçbir şeyi yapamamışsınız. Bir sürü telefon, başkalarının ricaları, size direkt yarar sağlayacak değil de musibet-savar cinsinden uğraşılar. Zamanım hiç olmuyor diye yakınıyorsunuz, ama bir yerlerde, içerilerde bir yer sızlıyor siz bunu derken; bir şekilde biliyorsunuz ki yalan söylüyorsunuz, en başta kendinize. Akşam spora gitmekten vazgeçiyorsunuz, hiç haliniz yok. Bu geceyi kendinize ayırmaya, bir şeyler okumaya karar vermiştiniz. Ama yalnız kalma fikri aklınızdan şöyle bir geçer geçmez telefona sarılıyorsunuz, acil bir program yapmak için.

Pardon ama, siz bana uyanmış olduğunuzu söylememiş miydiniz konuşmamızın başında? Ne demek uyanık olmak sizin için? Yaşamın akışına kapılıp, tercihlerinin farkına varmadan, kararlarını üstlenmeden, sorumluluğu almadan yaşamak, uyanmak tanımına giriyor mu?

Hükmen yaşamak…

Amerikalı yazar ve psikiatrist Thom Rutledge, Embracing Fear: and Finding the Courage To Live Your Life adlı kitabında, bundan bahsederken şöyle diyor:

“… ben buna bir isim verdim:“hükmen yaşamak”. Hükmen yaşadığımızda, aslında uyurgezeriz, (tabi ki) kazara en az direnç göreceğimiz yollara adamış durumdayız kendimizi. Bir korkuya doğru yürüdüğümüzü fark ettiğimizde veya onunla karşılaştığımızda, hemen dönüp aksi yöne doğru, hem de hızla uzaklaşırız. İnsanlar kariyerlerini bu yolla seçerler, evlilik bağını bu yolla kurarlar, ve değer sistemlerini bu yolla oluştururlar. Bazı insanlar bu uyku halinden hiçbir zaman uyanmazlar. Uykuda yaşarlar, ve uykuda ölürler. Bazılarımız ise bir çeşit rahatsızlık veya başkası tarafından uyandırılırız; şanslıysak ve tekrar uykuya dalmazsak, kendimizi bir yerlerde bir yetişkin vücudu içinde, bir yetişkin yaşamı içinde, buraya nasıl geldiğimizi, ve daha da önemlisi bu konuda ne yapacağımızı anlamaya çalışır buluruz”.

Düşünsenize, neredeyse bütün yaşamı hükmen yaşadık biz. Yaşamımız boyunca bize söylenen sınavlara girdik. Bir takım okullara gittik, ve yaşamımızı ders ziline göre ayarladık. Lisede arkadaşlarımız edebiyat seçti diye edebiyat bölümünü seçtik. Üniversitede puanımız tutan bölümde okuduk. Bu bölüme uygun işlere girdik çoğumuz, veya babamızın işinde çalıştık. Bazılarımız “e şimdi sıra evlenmekte” diye evlendi, kural olduğu için çocuk sahibi oldu, ne tip bir sorumluluk altına girdiğini düşünmemeye çalışarak.

Aksini yapmayı düşünmek bile en derin korkularımızı ortaya çıkarmaya yetiyordu. Rahat olduğumuz bölgeden çıkmamak için tırnaklarımızı sıkı sıkı geçirdik sahip olduğumuzu sandığımız şeylere. Öyle ya, hükümlerin dışına çıkarsak eğer,öcü bizi bekliyordu. Bu öcü biz küçükken koltuğun altında yaşayan öcüden daha bile korkunçtu hem. Bu öcü başarısızlık korkusuydu, bu öcü yalnız kalma korkusuydu, bu öcü sevgisiz kalma korkusuydu, bu öcü onaylanmama korkusuydu, bu öcü dışlanma korkusuydu, bu öcü güvencesiz kalma korkusuydu, bu öcü beklentileri karşılayamama korkusuydu. Ve biz öcüyle karşılaştıkça hemen gözlerimizi sıkıca yumduk, ve uykumuza devam ettik. Hükmen yaşamaya devam ettik biz, çünkü dışarıda bizi korkularımız bekliyordu.

Küçükken kolaydı, belki de doğruydu hükmen yaşamak, o da bir yere kadar. Ama bir sabah uyandık, ve acı içinde kabullenmek zorunda kaldık gerçeği: “Hükmen yaşamakla ancak buraya kadar geliniyordu, ve burası bizim hayallerimizdeki yere hiç mi hiç benzemiyordu!” Düşünsenize, çocukken uykuya daldığınızı, ve yıllar sonra bir gün bir yetişkin bedeninde uyandığınızı! O şaşkınlığı biliyorsunuz, değil mi! Bazı beceriler gerekiyor bu yeni bedende, yetişkin isteklerinizi elde edebilmeniz için. Bütün davranış ve kararlarının sorumluluğunu almak, tercih hakkını kullanmak gibi. Yani karar vererek ve bu kararı uygulayarak yaşamak gibi. Yani kararların sonuçlarını her ne olurlarsa olsun kabullenmek gibi. Yani başarısızlığın da olası sonuçlardan biri olduğunu ama dünyanın sonu olmadığını bilmek gibi. Yani öcünün varlığını kabul etmek, gözlerinin içine bakmak, ona doğru yürümek ve yanından yürüyüp geçmek gibi.

Bu sefer gerçekten…

Günaydın. Yaşamınıza hoş geldiniz. Eğer siz de yaşamınızı hükmen yaşadıysanız ve bir daha uykuya dalmamaya kararlıysanız, yeni yaşamınızı – yani, şimdi şu anda başlayan yaşamınızı – kararlar ve seçimlerle yaşamak için kendinize söz vermelisiniz. Artık hep istediğiniz ve beklediğiniz başarının dışarılarda bir yerlerde sizi aradığına ve bir gün bulacağına inanmaya gönül ve akıl bütçeniz elvermez. Siz de, ben de yaşamımızı hükmen değil de karar vererek yaşamak durumundayız. Bu bazen neşelendirici ve canlandırıcı olacak, ama diğer zamanlar bütün kalbimizle ve zihnimizle uykuya dalmayı dileyeceğiz. Ve bazen bunu becereceğiz de.

Ama çoğu zaman korkularımıza yüzleşecek ve onlara rağmen ilerleyeceğiz. Yaşamımızı devam ettirebilmek için yeni beceriler edineceğiz. Sonunda fark edeceğiz ki korkularımız hiçbir zaman sona ermeyecek. Fark edeceğiz ki biz ancak büyümezsek korku hissetmeyiz. Korku varsa büyüyoruz, gelişiyoruz demek, bunu anlayacağız. “Korkularımı yenersem eğer bir gün, onlardan kurtulursam” koşulunun mantıksızlığını göreceğiz. Öğreneceğiz ki yaşamımızı nasıl yaşayacağımızı belirleyen korkuların varlığı değil, onlarla kurduğumuz ilişki. Ve o zaman karar vereceğiz, hükmen değil, egemen yaşamaya, ve istediğimiz, sevdiğimiz yaşamı oluşturmak için korkularımızın gözünün içine baka baka ilerlemeye.

O zaman, yani yeni yaşamınız, şimdi, şu an, burada… başladı.