Sevdiğimiz, gurur duyduğumuz yönlerimizi ortaya çıkarmak, bunların yaşamımızda daha çok ifade edilmesini sağlamak ve bu sayede daha bütün bir yaşama ulaşmak, danışanlarımla yaptığım çalışmaların çok büyük bir bölümünü oluşturuyor. Beraber çalıştığım bir çok insan, onlardan yapmalarını rica ettiğim “İyi Yönlerimi Ortaya Çıkarıyorum” çalışmasını tamamladıklarında, gerçekten şaşırmış olarak gelirler haftalık görüşmemize.

Uzun zamandır beraber çalıştığımız bir danışanım, bu çalışma sonucundaki duygularını ifade ederken “ilk defa bahaneler bulmadan, usa vurmadan gerçekten beni mutlu eden özelliklerimle, beni gururlandıran başarılarımla ve şimdiye kadar yapmış olduğum katkıyla karşılaşmak gerçekten beni sarstı” demişti, “özellikle de bunca yıl, sahip olduklarımı hep yetersiz görüp, harekete geçmek için kendimi daha hazır hissetmeyi beklediğimi düşündükçe!”

Gerçekten de çoğumuz, nelere sahip olduğumuzun, neler başardığımızın farkına varmadan yaşıyoruz günümüzü. İçinde yaşadığımız mucizenin farkında olmadan mucizeleri reddediyoruz, veya başka mucizeler bekliyoruz. Einstein’ın dediği gibi “Ya hiçbir mucize yokmuş gibi yaşarsınız, ya da her şey mucizeymiş gibi”.

Ama ben bu yazımda mucizelerden ve o övündüğümüz, gurur duyduğumuz başarılarımızdan, iyi yönlerimizden, insanlara ve topluma katkılarınızdan bahsetmek istemiyorum. Sizi bu yazımda pek bakmak istemediğiniz, yok saydığınız, ama hep varlığını hissettiğiniz, bazen uykunuzu kaçıran bir parçamla tanıştırmak istiyorum: Gölgenizle…

İlk önce G.C. Jung tarafından ortaya atılan ve son dönemdeki kişisel gelişim hareketiyle ünlenen, o meşhur gölgemizden bahsediyorum. Hani biz nereye gidersek bizle gelen, arkamızda tın tın eden gölgemizle. Küçükken gölgenize basmaya, onu yakalamaya çalıştınız mı hiç? Ben çalıştım, hiç başarılı olamadım! Ben ne kadar hızlı koşarsam koşayım o hep bir adım önümdeydi. Yalnız hiç uzaklaşmıyordu benden, ben durunca o da duruyordu, benimle dinleniyordu, ve ışık ne kadarparlaksa o da o kadar koyu oluyordu… Burada bahsettiğimiz ise bakmak istemediğimiz, farkında olmadığımız yönlerimiz, yaralarımız, karşılanmamış ihtiyaçlarımız…

Kendi gölgesinden korkanlar…

Carolyn Myss, Sacred Contracts: Awakening Your Divine Potential adlı best seller kitabında gölgeden bahsederken şöyle diyor: “Gölge kelimesinin kendisi bile doğamızın arka yüzünde belli belirsiz gözüken karanlık, gizli, muhtemelen kötü niyetli ve kendimize olduğu kadar başkalarına da zarar vermeye hazır bir surat akla getiriyor.” Belki de bu yüzden hepimiz bu gölgemizden bu kadar korkuyoruz. Belki de bu nedenle danışanlarım kendilerini davranışları arkasındaki düşünce ve inançları araştırmaları için kendilerini cesaretlendirdiğimde ve “merdiveni aşağı tırmanmak” dediğim çalışmayı yaptığımda, büyük bir tepkiyle “bilmiyorum” diyorlar, “bilmiyorum neden böyle davrandığımı!”

Ancak gölge ile ilgili daha doğru tanım belki de “onun bilinçli zihnimiz tarafından en az tanınan tarafımız olduğu.” Jung’un yakın çalışma arkadaşı ve sırdaşı Marie-Loise von Franz’ın sözleriyle “gölde, her zaman bir rakip değil. Aslında [o] tam olarak insanın bir şekilde anlaşmak zorunda olduğu herhangi bir başka insan gibi: Bazen teslim olarak, bazen direnerek, bazen sevgi vererek – durum ne gerektiriyorsa. Gölge sadece görmezden gelindiğinde veya yanlış anlaşıldığında düşmanca davranır.”

Ve maalesef çoğumuzun da yaptığı bu! Gölgede kalan yanlarımız yokmuş gibi davranıyoruz. Yaşamımızı çocukluğumuzdan, bir önceki ilişkilerimizden kalma yaraları iyileştirmeye, artık geçmişin tozlu sayfaları altında kalmışihtiyaçları karşılamaya çalışarak yaşıyoruz, farkına varmadan. Daha, yaşamının şu anında yaşadığı zorluklar için anne – babasını suçlamayan bir insanla karşılaşmadım, kendim dahil olmak üzere. Yaşamımızı gölgemizden elini uzatan bu ihtiyaçlar, incinmişlikler, korkular, istekler, tutkular yönetiyorlar. Ama biz o kadar korkuyoruz ki ne göreceğimizden, “neden böyle davranıyorum, bilmiyorum” diyoruz. Veya diyoruz ki, “babam bana küçükken hiç ilgi göstermedi, ondan böyle davranıyorum” veya “annem benim her şeyime karışırdı, şimdi daha farklı davranmamı nasıl beklersiniz?”

Farkında mısınız, her ilişkinizin olumsuz sonuçlanması için akla gelebilecek veya gelemeyecek her şeyi kendi şaşkın bakışlarınız altında yaptığınızda, kendiniz için en doğrusunu bildiğiniz halde yine gidip aynı davranış kalıplarına takılıp kaldığınızda, kendi kendinizi yine sabote ettiğinizde, yine kurbanı oynadığınızda, fiziksel ve duygusal kazanç için bütünlüğünüzden feragat ettiğinizde, gölgeniz size zarar vermek istemiyor aslında! Bir yazar “Her türlü yargı, korku, öfke, kıskançlık, ve duygusal tepki, karşılanmamış ihtiyaçların trajik bir dışa vurumudur” diyor. Kendinizin yardım çağrısını duyuyor musunuz?

İhtiyacımız olan bir el feneri…

Peki bu gölgeyi besleyen, bir çokları için büyüten ne? Carolyn Myss’e göre gölgemiz, güçle ilişkimizdeki paradokslabesleniyor. İnsan güçsüz düşmekten olduğu kadar güçlü olmaktan da korkuyor. Gölgemiz ise bizim araştırılmamış, keşfedilmemiş gücümüz olarak görülebilir. Gölgemiz, kendini bizim ifade ettiğimiz isteklerimizi ve kendi imajımızı sabote eden davranışlar olarak ortaya koyuyor. Biz çoğu zaman bazı şeyleri neden yaptığımızı, neden açıklanamayan korkularla uğraşmak zorunda olduğumuzu bilmiyoruz. Bir şekilde hissederken başka bir şekilde davranmak, yani zihin ve kalbi ayrı iki kamp olarak yaşamak, içimizde acı veren bir çelişki yaratıyor.

Kutsal kitaplarda “Bir krallık, kendi içinde bölünmüşse, ayakta duramaz” deniyor. Aynı şekilde doğamız parçalanmışsa,korku tarafında yönetilmeye açık haldedir. Peki neden bunun farkına varmıyoruz? Korkuyla hareket ettiğimizi bilsek bile, bazen bu konuda kendi isteğimizle cahilce davranmayı tercih ediyoruz. Eğer ben neden olumsuz biçimde davrandığımı bilmiyorsam, davranışımı mazur görmek veya başkasını suçlamak daha kolaydır. Ancak ben başka bir varlığa zarar verdiğimin duygusal ve zihinsel olarak farkındaysam, sadece kendimi sorumlu tutmak zorunda kalmam, aynı zamandabilinçli olarak negatif olmayı seçtiğimi itiraf etmek zorunda kalırım. Artık zihin ve kalbin bölünmüşlüğünün yarattığı sis bulutu arkasına saklanamam.

Neden yaşamınızla ne yapacağınızı, gerçekten ne istediğinizi bilmediğinizi,  neden amaçsız hissettiğinizi biliyor musunuz? Kalbinizle zihniniz arasında bir iletişim bağı kurana kadar, kendinize söylediğiniz yalanları fark edene kadar, mutsuzluklarınız yüzünden başkalarını suçlamayı bırakana kadar, gerçekten ne hissettiğinizi itiraf edene kadar, boğazınızla uçkurunuz arasında kim bilir hangi tarihte kısılıp kalmış duyguları hissetmeye cesaret edene kadar, kendinizden bahsederken “bilmiyorum” kelimesini dağarcığınızdan çıkarana kadar, gölgenize bir el feneriyle girene kadar yaşamınızla ne yapacağınız konusunda kafanız karışık olacak.

Nerede olduğunu bildiğiniz şey kayıp değildir…

Bilmiyorsunuz, çünkü eğer bildiğinizi kabul ederseniz, içten içe biliyorsunuz ki, bu bilgi üzerine eyleme geçene kadar, daha bütün bir insan olana kadar, doğru bildiğinizi yapana kadar, kendinizin en yüksek ifadesi olmak üzere yola çıkana kadar içinizde o ruhsal, ilahi acıyı çekeceksiniz.

Ancak bir eyleme geçtiğinizde, bütün evren de sizinle beraber harekete geçecek artık. Gölgenizdeki o büyük, korkutucu güçle tanışacak, onunla arkadaş olacak, onu kullanacaksınız. “Her türlü davranışımın sorumlusu benim” cümlesindeki büyük gücü, her şeyi yaratabilecek o kudreti seziyor musunuz? Suçlayacak hiç kimse olmadığının bilinciyle, her şeyinkendi seçimimiz olduğunun bilinciyle, ve gölgemizle beraber sonunda bütün olduğumuzu, o tamlık hissini tadarak yaşamak… Sanırım aydınlanmak dedikleri bu olsa gerek!