Bu yazı bir adet daha COVID – 19 salgını ve karantina altında nasıl eğlenebiliriz, nasıl sıkılmayız yazısı olmayacak. Bu yazı "aaa ne kadar abarttık, yok bir şey canım, yakında normale döneriz!" yazısı, "aman evimizde oturalım, sakın sokağa çıkmayalım, yoksa varya, uffff!" yazısı da olmayacak (ki evde oturalım, çok gerekmedikçe çıkmayalım, lütfen!). Bu yazı "bu durumu nasıl fırsata çevirebiliriz veya evden nasıl iyi çalışabiliriz" yazısı da değil. Bunlardan bolca var.

Acaba şu anda olanlara daha derinden bakabilir miyiz? Bu olanları bizim kim olduğumuz, aslında ne içinde yaşadığımız, ve aramızdaki ilişki hakkındaki derin yanlış anlamamıza ondan daha da derin bir biçimde bakabilir miyiz? Bu sayede bu olanlarla beraber her türlü olgudan zihnimizi daha da özgür hale getirebilir miyiz? Bu yazının vaadi, bu soru hakkında…

Yani bu yazının vaadi, özgürlük. Evde kapalı kalsak bile. Ne dediğimi anlatabilmek için önce size bir iki hikaye anlatmam lazım.

Yeniden Doğum Veya Psikopataloji

Budist kozmolojide tüm varlıkların tekrar tekrar beden buldukları boyutlardan bahsedilir. Bu anladığımız anlamıyla bir reenkarnasyon, bir egonun, "atman"'ın yeniden doğması değildir. Yaşam süremizde oluşan şartlanmaların, alışkanlıkların, eğilimlerin, zihinsel örüntülerin, kendi kendini doğuran ve birbirinin etkisi ve sonucu olan olguların – ve bunlarla birlikte geliştirdiğimiz bilgeliğin – yeniden bedenlenmesidir aslında. Bu nedenle de bu şartlanma, alışkanlık, eğilim ve zihinsel durumların sonucu olarak farklı varoluş boyutlarında doğar varlıklar. Tanrısal boyutlar, hayvanlar boyutu, cehennemsi boyutlar, veya insan boyutu gibi… Bir bedenlenmenin zamanı dolduğunda, yine aynı şekilde oluşturduğu eğilimlere göre süreç devam eder. Ta ki kendisi ve varoluşla ilgili yanlış anlamasını ortadan kaldırıp, çarkın dışına çıkana kadar.

Amerikalı psikiyatrist ve meditasyon hocası Mark Epstein bu boyutlara aynı zamanda bu düzlemde, bu yaşamda ortaya çıkan ve insanların zihinlerini ele geçiren zihinsel haller, psikopatolojiler olarak da bakabiliriz diyor. Örneğin güçlü yakıcı duygular tarafından zihni ele geçirilmiş, hayalkırıklığı, bunun sonucu da sonsuz güvensizlik, ve dolayısıyla güçlü öfke ve nefret duyguları içinde yaşayan kişi, sanki alevler içinde yanıyor gibi acı çekecek ve çevresindeki herkesi ona acı vermeye, onu incitmeye çalışan zebaniler gibi görecektir. Bu sayede de kendi cehennemini kendisi yaratacaktır. Aynı şekilde tüm zihnini bedensel dürtü, arzu, haz ve rahatsızlıklarının kontrol etmesine müsaade eden, sonucunu düşünmeden o anki haz vaadinin peşinden giden veya azıcık can yanmasına dayanmamak için uzun vadede daha fazla ıstırap yaratacak eylemlere kaçan kişi ile bir hayvanın dünyadaki varoluşu arasında pek de fark görülmeyebilir. (Ki tasavvufta da nefsin ehil olmayan özellikleri çeşitli hayvanlarla özdeştirilir).

Ölüm ve Yeniden Doğum Çarkı

Epstein, öğretide insan boyutunun temel psikopatolojisini ise "narsisizm" olarak tanımlar. Bunu sadece kendini gerçekçi olmayan bir şekilde çok beğenmek olarak değil – ki insanoğlunun kendini varlıkların hiyerarşisinde koyduğu yere bakarsak bu da doğru – kendisi ve içinde bulunduğu dünya ile ilgili en temel gerçeklikleri görememek, bu konuda cahil olmak olarak nitelendirir.

Duvarların Arkasındaki Yaşam

İnsanın bu dünyadaki varoluş şekli ile ilgili bundan daha güzel bir tanım olabilir mi! Ve özellikle içinden geçtiğimiz şu günler kadar bu durumla yüzleşmek için güzel bir fırsat olabilir mi!

Dönemin en ünlü kahini Asita, Sakya kavminin kralı Sodhana'ya yeni doğan oğlu Siddharta'nın ya büyük bir kral olup dünyanın dört bir yanına, ya da büyük bir bilge olup kendi zihnine hükmedeceğini müjdeler. Sodhana da bunun üzerine her babanın yapacağı gibi çocuğunun herhangi bir acı, kötülük, rahatsızlık ile yüzleşmemesi için çevresine hayatın tüm acı verici gerçeklerini dışarıda tutan bir duvar örer ve hayali bir cennet kurar. Bu sayede bu "bilgelik safsatalarına" kapılmaması, böylece de "aile mesleğini" sürdürmesini sağlamaktır amacı. Yirmibir yaşına kadar hiçbir hastalıkla, hiçbir yaşlıyla, ölen hiç bir kişiyle karşılaşmaz genç prens.

Ancak meraklıdır, içten içe bir şeylerin yanlış olduğunun farkındadır. Babasından izin alıp – yine onun tarafından kurgulanan – bir dış dünya turuna çıkar. Ancak aldığınız tüm önlemler, öreceğiniz en yüksek duvarlar, tüm çabanız, yaşamı ve yaşamın gerçekliğini dışarıda tutmaya yetmez. Siddharta bu gezisinde 4 kutsal ulak ile karşılaşır. İlk üçü ona hasta bir insan, yaşlı bir insan ve ölmüş bir insan olarak görünür. Siddharta'nın yüzüne kendisinin ve sevdiği herkesin de bir gün hastalanacağı, yaşlanacağı ve öleceği gerçeği çarpar. Siddharta varoluşçu felsefecilerin angst diye tanımladığı varoluşsal acı ile, ölümün olduğu yerde her şeyin anlamsızlığı ile yüz yüzedir artık.

Allahtan dördüncü ulak gezgin bir keşiş olarak yetişir ve tüm bu ıstırabın ötesine doğru giden bir yolun varlığını müjdeler. Siddharta ne kadar rahat, huzurlu, ve mutlu gibi gözükse de aslında bir kumdan kale içinde oturmaktadır. Bunun hiç bir zaman geçmeyecek olan endişesi ile yüzleşir, ve yaşadığı kurgu dünyasının dışına çıkmaya ve o yola adım atmaya cesaret eder. O yolu sonuna kadar yürüyüp Bodhi ağacının altında tam ve mutlak aydınlanmaya ulaşarak Buddha, "Aydınlanmış Kişi" olur.

İnsanın Temel Yanılgısı

Sevgili arkadaşlar, bu bizim hikayemiz. Şu anda işte bu kutsal ulaklar bizi de içinde kendimizi kaybettiğimiz uyuşukluk, delüzyon ve cehalet halinden uyanmaya davet ediyorlar. Görmemiz gereken şeyi belki daha modern bir dille Jordan Peterson anlatıyor: İnsanın tüm mücadelesi içinde yaşadığı "kaos" denizinde "düzen" adaları oluşturmaya çalışmak. Hiç kendi haline bırakılan, bakımı yapılmayan insan yapısı bir dalga kırana zamanla dalgaların ne yaptığını gördünüz mü? İşte kaos denizinin azametli dalgaları ve bizim kurguladığımız düzeni korumak için ona karşı yaptığımız dalga kıranlarımız arasındaki ilişki de böyle. Ancak siz istediğiniz kadar güçlü bir dalgakıran yapın, kaos denizi her zaman sizin tahmin edemeyeceğiniz kadar büyük bir dalga gönderebilir. Ve biz bu dalgadan sonra tekrar oturur ve yeniden düzenimizi kurgularız.

Repeat daily.
Kumdan Kalen Yıkılmak Üzere! Photographer: James Lee | Source: Unsplash

Ancak bazen sarayını ve krallığını terk eden Buddha gibi, evini bırakıp çöle giden Nazaretli İsa gibi, Hira dağındaki mağarasına kapanan Muhammed gibi yapmamız gereken artık o kurgusal düzenimize, güvenli alanımıza sığınmayı bırakmak, zaten yıkılmaya yüz tutmuş kumdan kalelerimizden çıkmak ve bilinmeyene adım atmaya cesaret etmektir. Adem ve Havva onları kendi varoluşlarının ve doğru ve yanlışın bilgisine ulaştıran yasak bilgi ağacının meyvesini yiyerek kovuldukları cennete, tekrar kendilerini unutarak giremezler, bu mümkün değil. Şerabim'in alevli kılıcıyla beklediği kapıyı geçemezler.

Ancak dönüp tüm gerçekliği, tüm acıları, tüm rahatsızlıkları ile hakiki dünyanın, yani kaosun içine doğru titrek ama kararlı ve cesaretli adımlarla yürüyerek, alevlerin içinden geçerek ve bu alevlerle zihinlerini ve kalplerini gerçek ve ehil olmayan her şeyden arındırarak ulaşabilirler. Kendi özleri ve kimlikleri sandıkları derinden yanlış anlamalarını bu hakikatin ateşinde yakarak ilerleyebilirler tekrar huzura dönüş yolunda. Tekrar özgür iradesi ve bilinci olmayan küçük çocuklara dönüşerek değil. Kendilerine verilen özgür iradeyi, doğru ve ehil biçimde kullanmaktan başka yolu olmayan berrak zihinlere dönüştüren bilgeler olarak dönebilirler cennetin bahçesine, o bahçe her ne ise sizin anlayışınıza göre.

İlahi Ulaklara Kulak Vermek Nasıl Bir Şey?

İşte Covid-19, bizim için böyle bir kutsal ulak olabilir arkadaşlar, eğer izin verirsek. Yaşamın, yaşamanın, varolmanın, içinde varolduğumuz dünyanın ve tüm bunlarla bizim ilişkimizin aslında ne olduğu hakkındaki derin yanılgımızın, yani kumdan kalelerimizin bu kadar derinden sarsıldığı bir durumda, buna nasıl tepki vereceğiz? İki büyük tuzaktan birine mi düşeceğiz? Bir uçta abi ben bunlara inanmıyorum, o kadar ciddi değil, bana bir şey olmaz, olsa da ne yapalım, ölüm Allah'ın emri mi diyeceğiz ve böylelikle artık gerçek olmadığı yüzümüze ardı ardına tokat da değil yumruklarla çarpan düzen ve kontrol yanılgımızın sınırları içinde mi kalmaya çalışacağız?

Yoksa öteki uca gidecek, paniğe kapılıp dünyanın sonu geldi, zaten bunu da – Amerikalılar/Çinliler/ Zenginler/ Gomonüstler/ Faşüstler/ Teröristler/ İlüminati/ Uzaylılar/ İblisler/ Bize kızan ilahi güçler/ vb. vb. yaptı diyerek eve yığdığımız tuvalet kağıdı ve köpek mamalarından yarattığımız kumdan kalemizin üzerine oturup saatlerce sosyal medyadaki saçma sapan söylentileri mi izleyeceğiz? Veya bu ikisinin bize mantıklı ve "düzenli", kontrol edilebilir gelen bir karşımının içinde bu fırtınanın geçmesini ve tekrar alışık olduğumuz düzenin geri gelmesini mi bekleyeceğiz?

Follow my Instagram @karsten.wuerth
Photographer: Karsten Würth | Source: Unsplash

Tabi bir ihtimal daha var. Bizden önce yürümüş bilgelerin izinden gidebiliriz belki de. Belki de bu durumu gerçekten tanrısal bir ulak olarak görebilir, onun verdiği ve işaret ettiği yöne doğru yürümeye adım atabiliriz. İnsan olmanın fıtratından olan narsisizmden, her şeyin kontrolümüzde olduğu yanılgısından çıkıp da aslında ne olduğumuzu, bu dünyanın nasıl bir yer olduğunu, yaşamanın ne demek olduğunu derinden incelemeye başlayabiliriz. Kaosun aslında en fazla hüküm sürdüğü yer olan kendi zihnimize ve kalbimize derinden bakmaya başlayabiliriz belki de. Onun içindeki derin yanlış anlamalara, anlamsız çatışmalara, arkaik duygulara ve açgözlülüğe, gerçekçi olmayan beklentilerin yarattığı hayal kırıklıkları ve öfkeye, uçsuz bucaksız cehalete bakabiliriz. Artık elimizde tutamayacaklarımızın yasını tutabiliriz.

Yaşamın İliğini Emmek İçin Ormana Git

Çoğumuzun bu yola girmemesinin nedeni, sanki bunu yaparsak büyük bir umutsuzluğa, anlamsızlığa, nihilizme kapılacakmışız gibi sanmamızdan. Ancak gerçek bunun tam tersi. Biz bir kişiyi veya bir şeyi severken, kendimize ve diğerlerine yukarıda bahsettiğimiz gibi hep yalanlar söylüyoruz, "seni sonsuza kadar seveceğim" diyoruz, bunun ne kadar imkansız olduğunu bilsek bile. Sanki sadece bu sayede sevmeye devam edebilirmişiz gibi sanıyoruz.

Ancak Kanadalı yazar, şair ve bilge Stephen Jenkinson "Yas tutmanın içinde sevgi vardır derler, ancak tam tersi de doğrudur: Sevmek, aslında bir yas tutma eğlemidir" der, çünkü biliriz ki başı olan her şeyin sonu da vardır. Bu ne kadar korkutucu olsa da ancak bu gerçekle yüzleşebilenler ve hiç bir zaman unutmayanlar bir kişiyi hakkıyla sevebilirler. Bu sevdiğin şeyin bir gün o veya bu şekilde seninle olmayacağını bilmek ve hiç unutmamak gerçek anlamda ve egodan arınmış sevginin doğmasına neden olur. Onun dışındaki tüm sevgiler bir şekilde açgözlülük, hayal kırıklığı ve öfke, ve cehaletle gölgelenmiş olacaktır.

İşte bu şekilde kendimizle, yaşamla, varoluşla, ve gerçekte nasıl bir dünyada yaşadığımızla ilgili açgözlülükten, öfkeden ve cehaletten arınmış, gerçek bir anlayış geliştirdiğimizde veya bu yolda yürümeye adım attığımızda belki de gerçekten yaşamaya, yaşamın tadını çıkarmaya başlayabiliriz. Thoreau'nun "ormana gittim" dediğinde aslında nereye gittiğini işte belki o zaman anlayabiliriz:

Ormana gittim çünkü kasten yaşamak, sadece yaşamın temel gerçeklerini ortaya çıkarmak ve ne öğretmek zorunda olduğunu öğrenip öğrenemeyeceğimi görmek istedim; ölmeye geldiğimde yaşamadığımı keşfetmemek istedim. Yaşam olmayan bir şeyi yaşamak istemedim, çünkü yaşamak çok değerli; ne de çok gerekli olmadıkça yaşamdan uzaklaşmak istemedim. Derin yaşamak ve yaşamın tüm iliğini emmek, yaşam olmayan her şeyden çekilmek, sapla samanı birbirinden kesinlikle ayırmak, ve sadece yaşamı süzmek için çok sağlam ve yaşam olmayan her şeyi dışarıdan bırakan sade bir biçimde yaşamak istedim.

— Henry David Thoreau

Belki Thoreau gibi, Buddha gibi, Hz. Muhammed gibi yapamayabiliriz. Ama COVID – 19 adlı kutsal ulak bizim elimizden elzem olmayan, yaşam olmayan her şeyi almışken, belki biz de aslında "yaşamın iliğini emmek" ne demek, daha önce sandığımız gibi canımızın istediği, içimizdeki hayvanın yap dediği her şeyi yapmak, almak, yemek, koparmak, birlikte olmak mı, yoksa başka ve derinden bir anlamı mı var diye sormak için bu fırsatı kullanabiliriz, oturup eski ve hiç bir anlam ifade etmeyen faaliyetlerle dolu düzenimiz bozuldu diye üzülüp en az onlar kadar anlamsız başka şeylerin içinde kendimizi kaybetmek yerine (ve tabi ki, kitabınızı okuyun ve Netflix'de filminizi izleyin, ama sadece bunu yapmayın!).

Golden forest pathway
Photographer: Johannes Plenio | Source: Unsplash

Şanslı İnsan Doğumu'nun Hakkını Vermek

Budist öğretiye göre İnsan boyutu, altındaki cehennemsi boyutlar ve üstündeki cennetsi boyutların tam ortasında yer alıyor. Altında sadece ıstırap içeren boyutlar var, üstünde ise sadece haz. İnsan boyutunda ise her ikisi birden, dengeli bir biçimde var. Bu nedenle de insan dönüp de nasıl oluyor da hem haz hem ıstırap var, ve ben ıstıraptan kurtulup da gerçek ve derinden mutluluğa doğru nasıl ilerleyebilirim sorusunu sorup, sayısız bilgenin yürüdüğü yoldan ilerleyebiliyor.

İşte bu yüzden İnsan olarak doğmaya "Şanslı İnsan Doğumu" deniyor, aydınlanmak ve ölüm ve yeniden doğum çarkının dışında çıkmak için en fazla şansımız burada olduğu için. Bu öğreti doğru mu yanlış mı bilemem, ancak bildiğim tek şey, şimdi bir fırsatımız olduğu, kendimizle ve dış dünyayla ilgili yanlış algılarımızı gözden geçirmek, ve bu sayede de derinden özgürleşmek, ve belki de ıstırap – haz çarkının dışında, olan her ne ise onunla birlikte, ona kalbimizi açarak, gerilimden uzak, berrak bir zihinle, şefkatle, halinden memnuniyet içinde yaşamaya adım atmak için. Umarım bu fırsatın ucundan da olsa yakalarız hepimiz.

Sevgilerimle,