Bugün eskilerden bahsedeceğim size. Eskilerden, o bırakmaya kıyamadığımız, yanımızda taşıdığımız, ardımızda sürüklediğimiz eskilerden. Eski duygularımızdan, eski umutlarımızdan, eski acılarımızdan, eski ihtiyaçlarımızdan, eski yaralarımızdan bahsedeceğim. Bu gün, bugüne ait olmayan o taşınmaz yüklerden, sırtımızdaki o acımasız külçelerden, yüreğimizde yaşayan ihtiyar asalaktan bahsedeceğim.

Hepimiz sokakları, caddeleri dolaşıyoruz avazımız çıktığı kadar bağırarak, “eskiiiciiiiiiii!” diye… Ama satmak değil amacımız, hele atmak hiç değil. O kadar bağlıyız ki biz eskilerimize, onlardan ayrılma düşüncesi bile yüreğimize korku salmaya yetebilir. Onlar bizim bir parçamız, sanki bu dünyada kalma nedeniniz, sanki bizim yaşamımıza onlar anlam veriyorlar. Bunlar doğru mu bilemem, ama yaşamımızı onların idare ettiği doğru…

Bir çoğumuz yaşayamadığımız mutlu çocukluğumuzu taşıyoruz yanımızda. Hakkımız olup da bize nasip olmayan o güzel çocukluğumuzu bize geri vermelerini bekliyoruz sabırla. Eğer geri verilmese bile en azından bize bunun karşılığının ödenmesini istiyoruz. Anne babamız, insanlar, toplum bize yaşatmadıkları o şahane çocukluğumuzun karşılığını ödemeliler en azından. Çünkü bu bizim hakkımız! Hadi bu da olmadı, en azından bunun hakkımız olduğunu kabul edin, bizi anlayın. Bunu elde edene kadar yanımızda taşıyacağız çünkü çocukluğumuzu.

Bazılarımız da bu ilkiyle benzer ama biraz farklı olan “mükemmel aile”sini taşıyor yanında. Neredeyse “kutsal aile” olarak betimleyeceği ailesinin o kafasındaki resmi doldurması için elinden geldiğince çabalıyor, bunun hala neden olmadığını sorgulamadan. Bir başkamız babasından veya annesinden şimdiye kadar alamadığı sevgi, onay, destek, takdiri elde etmek için biraz daha uğraşıyor, biraz daha kendinden ödün veriyor, biraz daha çabalıyor. Ve bu eskilerin içine artık sığmadığını, ceplerindeki yırtıklardan yaşamın döküldüğünü farketmiyor.

Bazılarımız küçükken hayalini kurdukları ilişkilerini taşıyorlar yanlarında. O peri masalının gerçekleşmesini, kulede hapsedilen prensesi kurtarmayı veya beyaz atlı prenslerinin gelmesini bekliyorlar. Hiç “bunları öpünce kurbağaya dönüşüyor hepsi” kelimesini kullandınız mı? Veya “ya bütün bunları kurtarınca neden cadıya dönüşüyorlar?” dediniz mi? Büyük ihtimalle yüreğinizde sizi idare eden yaşlı mı yaşlı bir asalak var, ve sizin bu artık ne bilginize, ne deneyiminize ne de bilinç seviyenize uymayan, ama hala bırakamadığınız eski ve gerçekten tek yeri peri masalları olan hayalinizden besleniyor.

Bazılarımız ise biten ilişkilerini taşıyorlar, sırtlarındaki eski küfesinde. Bazen bu ilişki biteli yıllar oluyor, ve bazen de ilişkinin bitmiş olması, ayrılık olmadan da gerçekleşebiliyor. Hala eskinin acıları acıtıyor yüreğimizi. Hala umudun zehirli sarmaşıkları yönetiyor gemilerimizi. Hala o biten ilişkinin öteki kahramanının bir gün uyanmasını, değerimizi anlamasını, bize dönmesini, hatasını anlamasını, değişmesini, kapımızı çalmasını, pişman olmasını, bizi sevmesini, bizi aramasını bekliyoruz. Hele bu biten ilişkide insiyatif bizim elimizdeyse, hele karşımızdaki insanı içten içe sevsek de bizi uçuruma doğru götürdüğünü, bize zarar verdiğini, bizi kullandığını biliyorsak, ve doğru olan hareketi bildiğimiz halde bunu yapamıyorsak… İşte o zaman o küfe ağırlaştıkça ağırlaşıyor, çünkü eskinin yanında zehirli umut da büyüyor, ve kanser sarıyor bütün sistemimizi…

Ve o hayalini kurduğumuz ve bir türlü gerçekleşmeyen geleceğimiz. Sonucuna ulaşmayan projemiz. Yayın evlerinin kabul etmediği kitabımız. Rafa kaldırılan harika fikrimiz. Alamadığımız terfi. Satılmayan resmimiz. Kazanamadığımız okullar, alamadığımız dereceler. Satılmayan harika ürün veya hizmetimiz…

Bırakın… Bütün eskilerinizi, bütün yüklerinizi atın. Biliyorum söylemesi kolay, yapması zor… Bütün doğrular gibi. Ama kendi kendinize yaptığınız şu eziyete bir bakın lütfen. Açın gözlerinizi. Açın. Lütfen gerçeği görün. Hayır, çocukluğunuzu kimse size geri vermeyecek, ve hayır kimse size yaşayamadıklarınız için özürlerini bildirip de plaket filan takdim etmeyecek. O çocukluğu, hayalini kurduğunuz o çocukluğu hiç bir zaman yaşayamacaksınız. Bunu kabul edin. Fark edin ki belki de aileniz sizi sandığınız kadar mükemmel değil. Ve fark edin ki öyle bir zorunlulukları da yok. Anne babanız, ve yaşamınızdaki çoğu insan, onlar için ayırmış olduğunuz yeri hiç bir zaman dolduramayacaklar. Ve istediğiniz kadar uğraşın, siz onları memnun etmeye çalıştıkça karşınızdakiler memnun olmayacak, onlardan istediğiniz sevgiyi, onayı, takdiri vermeyecekler.

Eski karınız, ayrılamadığınız sevgiliniz, sizi terkeden kocanız sizden dönüp de özür dilemeyecek. Kaybettiğiniz hayalleriniz için kimse size teselli ikramiyesi vermeyecek. Elinizden geldiğince uğraşın, size ne kadar haksızlık yaptıklarını, aslında sizin ne kadar mükemmel olduğunuzu, sizi kaybetmeyi göze almakla ne kadar aptalca davrandıklarını belki de hiç anlamayacak, kabul etmeyecek ve bilmeyecekler. Ve hayır bazıları size ikinci bir şans vermeyecekler. Ve hayır, kimse siz istediniz diye değişmeyecek. Ne prenseslerle karşılaşacaksınız yaşamınızda, ne de prenslerle. Ve kurbağaları öperek prens yapamayacağınızı, ayağına ayakkabı uydu diye prenses bulmadığınızı anlayın artık. Ve mutluluğunuzun da prens ve prenses bulmaya bağlı olmadığını da. Olanın ne olduğunu, gerçeği görün artık.

Artık bırakın. Artık kendi önünüzden çekilin. Artık kendi sırtınıza yük olmatan vazgeçin. Artık rahat bırakın kendinizi, ki olabileceği herşeyi olsun. Artık izin verin kendinize, gidebileceği heryere gitsin. Artık gerçekleri görün, geçmişin değişmeyeceğini fark edin, hiçbir zaman gerçek olmamış eskilerinizin yasını tutun, gözyaşlarınızla uğurlayın onları, ve yaşamınızda yeniye yer açın. Artık zamanıdır. Artık beklemeye vakit yok. Artık bugüne ait olmayana yer yok. Ve bütün güzel şeyler, belki de kapıda bekliyorlar, içeride girecekleri yer olmadığı için. Onlar beklemekten sıkılmadan, kendiniz için bir şeyler yapın.