Okuma süresi: 5 dakika

Herhangi bir konuda etki sahibi bir grup insan, o konu üzerine, özellikle de şimdiye kadar ama çok zor olduğu için, ama çok çatışmalı olduğu için, ama çözümsüz gözüktüğü için uzak durdukları, yokmuş saydıkları alanlara dikkatlerini odaklar ve bu dikkatin dağılmasına izin vermezlerse, mutlaka orada bir şeyler değişir.

Buna Gestalt yaklaşımında “değişimin çelişkili teorisi” deniyor: insanlar, kendilerini değiştirmek için zorlayarak değil, oldukları şeyi tam bedenleyerek, anlayarak değişirler. Yani Kierkegaard’ın dediği gibi “olanla beraber ol ki, olma olasılığı olan, ortaya çıksın”.

Düşünsenize, eğer siz, sizin için önemli bir konuda, bu konunun ilerlemesi için ihtiyaç duyduğunuz insanların, mesela size bağlı çalışanların, güç ve desteklerine ihtiyaç duyduğunuz yöneticilerinizin, diğer departmanlardaki kişilerin, çocuklarınızın, eşinizin, anne babanızın, size oy vermesini istediğiniz insanların, projenizi desteklemesine ihtiyaç duyduğunuz kamuoyunun dikkatini, gündemini sizin istediğiniz yere, istediğiniz şekilde çekebilir ve orada tutabilseydiniz, işiniz ne kadar kolaylaşırdı?

Örneğin diyelim ki ailenin içinde ciddi acılara ve travmalara yol açan ve  bir türlü ilerleme sağlayamadığınız etkin sınırlar koyma ve birbirlerinin sınırlarına saygı gösterme konusunu herkesin gündemine alabilseydiniz…

Veya eşinizle karşılıklı ihtiyaçlarınızı ifade etmek ve konuşmak konusunda ikinizin de cesaret edemediğini, bu gibi konularda nasıl iletişim kurabileceğinizi ikinizin de bilemediğini, bu yüzden de gitgide aranızdaki yakınlığın azaldığını, ve ikinizin de akıllı telefonlarınıza daha da gömülmüş bir ilişki yaşadığınızı görünür kılıp, ikinizin de ana odağı ve dikkatini verdiği konu yapabilmeyi becerebilseydiniz…

Başına yeni getirildiğiniz şirketin şimdiye kadar hem işverenin hem de işçi temsilcilerinin işine yarıyor gibi gözüktüğü için yürütülegelmiş, ama uzun vadede hem çalışanlara hem de şirketin rekabet gücüne zarar veren çalışma ilişkileri politikalarının aslında nasıl işlevsellikten uzak olduğuna dikkat çekebilseydiniz eğer…

Veya Gary Haugen gibi, dünyanın en fakir insanlarını kurtarmak için yapılan yardım yatırımlarının, destek vermeye çalıştıkları fakir insanları kanun koruması altına almadan bir işe yaramayacağı gerçeğini uluslararası yardım kuruluşlarının gündemine sokmayı becerebilseydiniz…

photo-1421986527537-888d998adb74Veya bir toplumdaki en azından fikir liderlerine, toplumsal barış olmadan bireysel mutluluğa ve huzura ermenin mümkün olamayacağını, ve bu toplumsal barışa ulaşmak için sadece “karşı tarafın adam olması ve doğru (yani bizim) yolu bulması” diye bir çözümün olmadığını, bir dans varsa bunun iki taraf tarafından da paylaşıldığını, ve herkesin ödün vermeden, kendi acıları kadar karşı tarafın da acılarını görmeden, kabul etmeden, kendi acısını geçirmek kadar önemli kılmadan bu barışa ulaşılamayacağını anlatabilseniz, ve her iki tarafın da bundan ne kadar, özellikle de sandıklarından uzak olduklarını gösterebilseniz…

O zaman ne olurdu acaba? Bir değişim ebesi, yani lider olarak işiniz ne kadar kolaylaşırdı?

İşte bu yüzden, Heifetz’in dediği gibi liderliğin akçesi, para birimi “insanların dikkat ve odağı”dır.

Bu odaklanma ve dikkatini vermeyi sağlayacak olan şey de, bu değişime ebelik yapan kişinin, liderin kendi odak ve dikkati, doğal olarak… Ancak siz her koşul altında ve her durumda değişim gündeminiz ve ulaşmaya çalıştığınız gelecek resmi üzerindeki odağınızı korursanız, diğer insanların da bu odakta kalmalarını, odaktan saptıklarında tekrar ana amaca ve ana konulara dönmelerini sağlayabilirsiniz. Ancak siz odağınızı korursanız, kaçınılmaz olarak gireceğiniz zorlu ve çatışmalı sularda diğerlerinin de ana odaktan kopmamalarını, şimdiye kadar onları eski işe yaramayan paternlerde tutan davranış, tepki ve yaklaşımlara düşmemelerini, düştüklerinde tekrar odaklanmalarını sağlayabilirsiniz.

İşte bu gerçek, liderliği zor ve riskli kılıyor. Yukarıda örnek olarak yazdığım konuları düşünün. Sizce ne kadar kolay bu konulara girmek? Sizce ne kadar korkutucu olacaktır bu tartışmalara, çatışmalara atlamak? Sizce ne kadar kolay olacaktır bir çok insan için aslında kurtulmaya çalıştıkları problemin bir parçası olduklarını görmek ve kabul etmek? Sizce ne kadar kolay olacaktır uzunca süredir süregelen bir sorunun taraflarının kendi kimlik tanımlarını dayandırdıkları ve ancak problemin çözülmemesinin temel nedeni olan bazı söylem, düşünce, inanış ve davranışlarını bırakmaları, değiştirmeleri?

Her türlü değişim, konuştuğumuz gibi kayıp içerir. İnsanlar değişime direnmezler. İnsanlar olası – bazıları hayal ürünü, çoğu gerçek – kayıplara direnirler. Çünkü her sistem, bu ister bir aile sistemi, ister bir şirket sistemi, ister bir politik sistem, ister bir sosyal sistem, isterse de sizin ego yapılanmanız olsun, her ne kadar rahatsız edici, tatminsiz, acı verici, dayanılmaz, vb., olsa da sahip olduklarını ve içinde bulunduğu dengeyi, ne kadar onları yıkıma götürse de değerlerini ve kimliklerini korumak ister. Rahatmış gibi görülen bölgeden çıkmak istemez. Bir kaç yazı önce bahsettiğimiz yetenekli çocuk piyanist gibi artık sınırlarına geldiği fakat onu daha ileriye götürmeyecek tekniği bırakmak ve tekrar kendini acemi hissetmek istemez.

photo-1417722009592-65fa261f5632Bilmediğimiz bir rahatsızlıktansa bildiğimiz acıya razı oluruz bizler. Biz mevcut dengenin bozulmasına karşı olan her girişimi odada bir kaplan var gibi algılarız. Amygdalamız tetiklenir. SCARF tepkileri gösteriririz.

İşte bu korku, bu tepkiler, liderliği riskli kılar. Bu direnç, bazen organize ve planlı olarak, çoğu zaman ise tamamen kendiliğinden ortaya çıkar. Araçlar ve yöntem farklılaşsa da amaç her zaman aynıdır. “Odağı dağıtmak… Dikkati yeniden yönlendirmek… Bu şekilde rahatsızlığı ve tehdidi ortadan kaldırmak…”. Çünkü bu şekilde tehdit edici değişimi engelleyebiliriz. Bu dikkat ve odağın kaynağı ve kılavuzu değişime ebelik eden, liderlik eden kişi olduğu için, bu direncin yöneldiği hedef de o olacak, amaç en başta onun odağını kaybetmesini sağlamak, onun dikkatini dağıtmak olacaktır. İşin ilginç yanı, bu direncin bazen önemli tarafı da kişinin kendi içinden, kendi ego yapısından gelebilmesidir.

Bu kişinin dikkatini dağıtmak için duruma göre sistem ve kişiler farklı bir takım taktikler kullanabilirler. Bazen doğrudan dikkat dağıtma taktikleri kullanır sistemler. Örneğin şirket kültüründe ciddi bir değişiklik yapmak için harekete geçen lider, birden bire bir sürü irili ufaklı teknik problemle uğraşmak zorunda kaldığını görebilir. Bazen bu değişimi gerçekleştirmek üzere harekete geçtiğinde birden stil ve yaklaşımı ile ilgili geri bildirim alır, ve kendisine önceliğini bu alanlarda davranışsal gelişim sağlamaya vermesi salık verilir. Bazen de onun dikkatini amaç, gündem ve vizyonundan kendini savunmaya çekmeye kışkırtırız, onunla amaç, gündem ve vizyonları değil, onun SCARF tepkilerini tetikleyerek karakterini, geçmişini ve davranışlarını tartışmaya çabalarız. Onu öncelikler ve görevler altında boğmaya ve odağını kaybetmesine çaba gösteririz. Onu asıl önemli olandan farklı çatışma ve tartışmalara çekmeye çabalarız. Onu çeşitli vaatlerle yolundan çelmeye çalışırız. Örneğin onun çalışanıysak ve yapacağı değişimler her ne kadar gerekli olsa da bizim bölümümüzde de ödün vermesini gerektirecekse, onun aidiyet duygusuna hitap ederek yoldan çıkarmaya çalışırız. Veya bazen lider “bunu yaparsak çok oy kaybederiz” diyerek yoldan kendisi çıkar. Bazen de konuyu veya kişiyi marjinalleştiririz. Bir üst düzey kadın danışanımın içinde çalıştığı şirkette kadın yöneticilerin azlığını konu olarak gündeme getirmeye kalktığında, bu konuda kurulan bir komitenin başkanlığına getirilip, aslında tüm üst yönetim ekibinin, hatta organizasyonun ilgilenmesi gereken bir sorunun sahibi yapılması gibi… İşin ilginci, komitedeki herkesin kadın olmasıydı, tabi ki…

Bu çabalar öncelikle liderin odağını çelmeye, aslında da onu izleyenlerin ve ondan da önemlisi ortada olanların dikkatini başka yöne çekmeye odaklıdır. Öyle ya, madem liderin odağını dağıtamıyoruz, o zaman onu izleyen ve izleme ihtimali olan kitleleri etkileyelim. Bu açıdan saldırılar, hiç bir zaman kişisel değildir, liderin kişiliğine yönelik olsa da. Bunun nasıl çalıştığını sanırım kendi deneyimlerinizden çok iyi biliyorsunuz.

Bundan sadece bir iki hafta önce gerçekleşen bir saldırı, tüm ülkeyi yasa boğmuşken, biz bugün o saldırıyı, o saldırının neden gerçekleştiğini, o saldırıyı kimin gerçekleştirdiğini, ve bu saldırının gerçekleşmesine neden olan koşulları, ve bundaki hepimizin payını değil, o saldırı ile doğrudan çok da ilişkisi olmayan olayları tartışır olduk. Bundan önceki yazımda da belirttiğim gibi… Şimdiye kadar hep olduğu gibi… Devamlı değişen gündemde bizim hiç bir zaman asıl değişim yaratacak konu ve gerçeklere hiç bir zaman dikkatimizi veremememiz gibi… Asıl gerçekleştirmemiz gereken tartışmaları, bireysel ve kolektif tefekkürleri hiç bir zaman yapmamamız gibi… Bunu bizi yapmaktan kurtaracak her türlü fırsata – olaylar karşısında her zaman verdiğimiz tepkileri vermek, hep başkalarını suçlamak, liderin beş engeline takılmak, medyanın düşünüşümüzü şekillendirmesine ve dikkatimizi yönlendirmesine izin vermek, kutuplaşmanın garip hazzını yaşamak, ezilmiş veya egemen hissetmek, facebook’ta kaybolmak, vb… – çölde suzuz kalmış gibi sarılmamız gibi…

Bu örneği politik gündemden verdiğime bakmayın.

Kolayıma geldiği için. Çok göz önünde olduğu için.

Ancak ilişkimizde, ailemizde, işimizde aslında çoktan bakmamız ve “ne oluyor burada” diye sormamız gereken her konuya bakmaya davet edildiğimizde verdiğimiz tepki böyle.

İşte bundan bahsediyorum. Ailesinde, işinde, sosyal sisteminde değişime ebelik yapmaya girişecek kişi, işte bunlarla uğraşacak. Bunlarla başa çıkmaya çalışacak. Tüm bu odak dağıtma çabalarına karşı önce kendi odağını, sonra da tüm sistemin odağını korumak zorunda olduğunu unutmayacak.

8S64npOgTu2eWTZIXEfy_DSC_0955Böyle bir yön saptırmayla karşı karşıya kaldıklarında, – ki mutlaka kalacaklar, özellikle de hedeflerine doğru sağlam adımlarlarla ilerliyorlarsa – liderlerin yapması gereken en önemli şey, gündemlerinden ve gelecek hayallerinden kopmamak. Eğer gündemi değişime direnen tarafların – k bu tarafların önemli bölümü sizin içinizden olacak – belirlemesine izin verirseniz, istediğiniz değişime hiç bir zaman ulaşamazsınız. Eğer topu onların alanlarında oynarsanız, onların kişisel saldırılarına kendinizi savunarak girerseniz, kendi amygdalanızın, kendi SCARF’ınızın, kendi egonuzun kurbanı olursanız, kaybedersiniz. Onun için liderin en önemli görevlerinden bir tanesi, tekrar ve tekrar kendisini ve dikkatini amacına, gündemine, vizyonuna odaklamaktır.

Ancak bundan daha önemli bir görevi daha var liderin.

İsrail ve Arap dünyasının barışa en yakın olduğu zamanları biliyor musunuz tarihte?

Mesela Camp David sürecini biliyor musunuz? Mısır Cumhurbaşkanı Enver Sedat, İsrail’le Arap dünyası arasındaki ilk barış anlaşmasını yapmıştı Camp David’de. Ona ne olduğu hakkında fikriniz var mı?

Daha sonrasında, 1990’ların başında Heifetz ve Linsky’ye göre İzak Rabin’in liderliğinde İsrail Arap dünyası ile barış yapmaya ciddi ve sağlam adımlarla doğru ilerliyordu. Kendisine ne olduğu hakkında bir fikriniz var mı?

Evet, ikisi de Nobel Barış Ödülü aldılar. Ancak ikisi de suikaste kurban gitti. İzak Rabin’i Arap teröristler öldürmedi. Kendisini aşırı sağcı ve aşırı muhafazakar bir İsrailli, Yigal Amir öldürdü görünüşe göre. Enver Sedat’ın da Arap aşırı muhafazakar Halit el-Islambuli tarafından katledilmesi gibi… Her iki saldırıdan sonra gelen yöneticiler, Netanyahu ve Mohieddin, kendilerinin gösterdiği cesaret ve odaklılığı gösteremediler ve ülkelerini ve barış sürecini başka yönlere taşıdılar.

Liderlik, insanları tolere edebilecekleri seviyede rahatsız etme sanatıdır…

Bu örnekleri çarpıcı oldukları için veriyorum. Muhtemelen sizi kimse fiziksel olarak suikast yapmayacak… Ancak suikastin illa fiziksel olması gerekmiyor. Şirketlerde de böyle değil mi? Ailelerde? İlişkilerde? Etkilemeye çalıştığı sistemin gidebileceğinden hızlı gitmeye kalkan, yeteri desteği almadan kahraman rolüne soyunan, ve kendisi için şart olan destek ve korunmayı sağlamayan, her ne kadar iyi bir fikri olsa da, çoğu zaman kurtarmaya çalıştığı insanlar tarafından allahtan çoğu zaman fiziksel olmayan, ama kariyersel, ama ismine, repütasyonuna yönelik ciddi saldırıya uğrayabilir. Tarih iyi bir fikri olan, içinden çıktığı insanları iyiye doğruya götürmek için büyük bir şefkat ve mangal gibi bir yürekle hareket eden, ancak bu insanların tolere edebileceklerinden daha hızlı gitmeye kalktığı için çarmıha gerilen, kurşuna dizilen, asılan, projesi ve kariyeri rafa kaldırılan, işinden atılan, eşi tarafından terkedilen, ailesi tarafından reddedilen bir sürü iyi insanla dolu.

İşte bu yüzden liderlik riskli bir şey. İşte bu yüzden kimse kalkışmıyor. İşte bu yüzden “bir adım öndeysen lidersin, on adım öndeysen hedef”…

Ve işte bu yüzden, liderin en önemli ve birinci görevi hayatta kalmaktır.

Ve bu yüzden, eğer bir yerde kalıcı değişim yaratmak istiyorsan, önce hayatta kalmayı becermen lazım. Kendisinden çok şey öğrendiğim bir mentorumun dediği gibi “dışarı tükürülmeyecek kadar aynı, değişim yaratabilecek kadar farklı” olmayı becerebilmemiz gerekiyor. İşte bu yüzden adım adım, ve her zaman senin istediğinden ve hayal ettiğinden daha yavaş, daha meşakkatli, daha uzlaşarak, çevreni yöneterek, politik ve stratejik düşünerek, ama ana amacından ve vizyonundan asla ödün vermeyerek, ve ne yaparsan yap saldırılara uğrayacağını bilerek ve her zaman bunlara karşı hazırlıklı olarak ilerlemen lazım.

Ancak bu şekilde gerçekten anlamlı bir değişime ebelik edebilirsin.

Gelecek yazımızda, bu “bir adım önde ama her zaman ileriye doğru” stratejik değişim yaklaşımını sağlayabilmek için ne yapabiliriz, bunu tartışacağız.