Okuma süresi: 4 dakika.

Önceki gün paylaştığım yazı üzerine bazı sohbetler gelişti, ve en tekrarlanan soru her zaman olduğu gibi “nasıl?” oldu. Nasıl bir yandan önemli bir soru olsa da çoğu zaman da biraz topu taca atma sorusu aslında, çünkü problemin “teknik” bir problem olduğu, dışarıdan gelen bir teknikle çözülebileceği yanılgısını içeriyor. Bu da bizi ister istemez ülkemizi ve dünyayı bu hale düşüren düşünüş şekline geri itiyor. Bu konuyu anlamaya çalışmak için bugün yıllar önce bir inzivamızda dinlediğim bir Dharma konuşması sonrasında içimde uyananları döktüğüm bir yazıyı paylaşmak istiyorum. Olanı olduğu nasıl görebilirim’i ve önce kendi köşemi aydınlatmak için nereden başlayabilirim’i araştırdığım bir yazı, tam da bugünler için belki de. Keyifli okumalar.

Artık yakınmayı bırakmanın zamanı geldi de geçiyor bile…

Çünkü yakınmak, bahane bulmak…

Durumun sorumluluğunu almamanın yöntemi…

Bir bilgenin dediği gibi, yakınıyorsan değiştir, değiştirmiyorsan yakınma…
Yani sorumluluk al.

Yakınarak, bahane bularak, durumu olduğu gibi korumanın, ne kadar ıstırap verici olsa da rutin ve alışık olduğun duruma geri dönmenin garanti olmasını sağlıyorsun.

Biliyorum.

Değişim korkutuyor.

Sorumluluk almak korkutuyor.

Çünkü iyiyim demenin ciddi bir sorumluluğu var. Gerçekten iyi olmak durumundasın. Ben iyiyim yahu diyebilmelisin.

BEN İYİYİM…

Aklım çalışıyor.

Yolda yürüyorum.

Olaylar ve olayların yarattığı korkular karşısında geri adım atmıyorum.

Canım tabi ki acıyor.

Acı kaçınılmaz.

Ona direnmek ve bu şekilde ıstırap yaratmak, seçmeli.

İyiyim dediğim için, ve bahanelere artık sığınma yolumu kapattığım için, artık uyanık olmam gerekecek.

İyiyim dediğim için artık ne yapamayacağım?

Artık dünyayı suçlayamam. Dünya nasılsa öyle. Hep böyleydi. Bundan sonra da böyle olacak. Yaşamımdaki hoşuma giden şeylerin böyle gitmeye devam edeceğinin garantisi yok. Bunu bekleyemem. Bunu kontrol edemem. Ben sadece elimden gelenin en iyisini yapabilirim. Ben özel değilim. Dünyadaki milyonlarca insanın başına gelen şeyler senin de başına gelebilir. Ve bu konuda yapabileceklerin sınırlı. Sadece dünya böyle….Yaşamın doğası oynak, belirsiz, karmaşık etkileşim ağları ile örülü, tanımlanamaz. Kalıcılık yok. Değişken. Kontrole tabi değil. Her an kendimi bir doğal felaketin, savaşın, terörün, anlamsız şiddetin, diktatörlüğün, bir kazanın, yakınlarımın duygusal hallerinin, ekonomik problemlerin, hastalıkların, vs. vs. içinde bulabilirim. Bir dakika sonrasında ne olacağının garantisi yok.

Ve hep böyleydi. Herkes için böyleydi. Her zaman böyleydi.
Ve hep böyle olacak. Senin için de böyle olacak. Her zaman böyle olacak.
Bu durum seni sorumluluktan kurtarmıyor. Tam tersine sana büyük bir sorumluluk yüklüyor. Durumunun, yani içsel durumunun, uyanıklığının sorumluluğunu al. Ne olursa olsun iyi ol.
Artık başkalarını suçlayamam. Suçladığım konularda ne yaptım? Sorumluluk aldım mı? Durumun değişmesi için çalıştım mı? Veya değişmesine müsaade ettim mi? Ben başkalarının acılarına, ricalarına, duygu ve değerlerine karşı ne kadar duyarlı oldum? Benim konuşmaya ne kadar hakkım var? Yakınmaya ve bahane bulmaya ne kadar hakkım var? Ayrıca suçladığım kişi ne? Suçlayan kim? Karşımda bir ego, nefs varsa, travmalardan, yanlış anlamalardan, açgözlülük, öfke ve delüzyondan oluşuyorsa, ve ben dediğim şey de aynı şekildeyse, ne bekliyorum ki! Ben ne kadar kendi nefsimin egomun, arzu, öfke ve delüzyonlarımın dışında davranıyorum ki ondan da aynısını bekleyeyim… Ben hala korku ile davranıyorsam, başka bir şey olmasını da bekleyemem.
Kendimi de suçlayamam. Beceremedim. Tembelim. Gerginim. Açgözlüyüm. Öfkeliyim. Yanlış anlamadayım. OK. Tamam da sen de koşullara tabisin, eğer farkındalık içinde değilsen. Ayrıca madem biliyorsun. Ne yapıyorsun? Nasıl bir çaba içindesin? O kadar uğraştım bu kadar oldu mu diyorsun, yoksa şunun üzerinde çalışıyorum, şu şeklide çalışıyorum, şu sonuçlara ulaştığımı gözlemliyorum, ancak henüz içimde şu eğilimler güçlü, ve onlara da şu şekilde şefkat gösteriyorum mu diyorsun? Artık yakınamazsın!
Korku karşısında geri adım atamam. Artık korkunun seni yönetmesine müsaade edemezsin. Bu yolun nereye gittiğini biliyorsun. Bu yoldan defalarca yürüdün. Artık zihnini eğitmenin etmenin, yönetmenin ve cesaretle ilerlemenin zamanı geldi… Buddha’nın ve bir çok bilge öğretmenin aslana benzetilmesi boşuna değil.
Düşüncelere ve duygulara, duygu durumlarına güvenemem. Her türlü düşünce, duygu, duygu durumu değişiyor. Sana dışarıdan gelen veya senin bir araya getirdiğin herhangi bir duygu durumu kesinlikle kalıcı olmuyor, değişiyor, geçiyor, başka bir şeye dönüşüyor. Hakikatin doğası bu. İşte bu yüzden acı var. Angst, yani varoluşsal acı var. İyi bir duygu durumunu uğraşıp yaratsan bile, yarattığın an bozulmaya, değişmeye başlıyor.
Ayrıca düşüncelerin gerçekliğine de güvenemem. Çevrenin ve durumların sana nasıl hissettirdiğine, senin arzularını ve isteklerini, beklentilerini ne kadar tatmin ettiğine ve karşıladığına göre oluşuyorlar. O yüzden sana yalan söylüyorlar. Düşüncelerinin tek görevi senin temas ettiğin şeylerle ilgili oluşturduğun algıdan beslenen dünya ilgili yansıtmalarına göre isteklerini karşılamanı sağlamak. İsteklerin olduğu zaman, bu iyi, bu insan iyi, bu durum iyi, ben iyiyim, dünya iyi diyorsun, olmadığında bu kötü, bu insan kötü, bu durum kötü, ben kötüyüm, dünya kötü diyorsun.
BUNUN TEK YOLU VAR. FARKINDALIKTA KALMAK.
Başka çıkış yolu yok. Bu şekilde yine problemlerle uğraşmaya, neden benim başıma bunlar geliyor demeye, yakınmaya, elinde olduğunu sandığın şeyleri tutmak için çabalamaya, kendini ve dışarıdakileri ve aranızdakileri sabit hale getirmeye çabalamaya devam edeceksin ve çok canın yanacak.
Bu dukkha. Bu varoluşsal acı. Angst. Mutlaka bir şeyler olacak. Mutlaka bir problem olacak. Bu olmazsa o. O olmazsa şu.
Bunlar olmasaydı da kalıcı mutlu olamayacaktım. Bu insan olmasaydı da kalıcı mutlu olamayacaktım. Bu olaylar olmasaydı da kalıcı mutlu olamayacaktım. Bu geçmişim olmasaydı da kalıcı mutlu olamayacaktım. Anne babam beni farklı yetiştirseydi de kalıcı mutlu olamayacaktım. Daha zengin olsaydık da kalıcı mutlu olamayacaktım. Daha fakir, daha doğada, daha başka bir ülkede, daha sosyal, daha tek başıma, daha romantik, daha zeki, daha aptal, vb. vb. olsaydım da, yalnız olsaydım da, çok daha fazla arkadaşım olsaydı da, eşim öyle veya böyle farklı olsaydı da ben kalıcı şekilde, ebediyyen mutlu olmayacaktım. Başka dertlerim olacaktı. Başka takıntılarım olacaktı. Dünyayı ve insanları ve kendimi başka nedenlerle suçlayacaktım. Tabi ki acının ve ıstırabın boyutları dereceleri var. Şu anda milyonlarca insanın olduğu gibi yarın aç, açıkta, bir göçük altında, hasta, savaşın ortasında, vs. olabilirim. Bunun olmayacağının garantisi yok.
Bu dukkha. Bundan bu şekilde çıkış yok. Bu şekilde devam edersem aynı problemleri yaşamaya devam edeceğim. Bu şekilde devam edersem, bu kaçınılmaz koşulları değiştiremediğim için yakınmak ve sorumluluk almamakta direnirsem, değiştirebileceğim şeyleri değiştirmek için doğru zihin haline gelemeyeceğim, kendi içimdeki aslanı bulamayacağım, ve sesim bir aslan kükremesindense bir farenin sesi olarak kalacak.
Bu yüzden çalışmaktan başka çare yok. Çalışmak, önce bu gerçekleri görmekten ve zihnini bu şekilde eğitmekten ve koşullardan bağımsız bir şekilde “ben iyiyim” demenin sorumluluğunu tam almaktan geçiyor.