Benim evim birinci katta… Yani balkonuma önünden geçen apartman merdivenininin trabzanından da yararlanarak rahatlıkla çıkılabiliyor. Hatta kendim de anahtarı evde unuttuğum bir gün balkona çıkıp, aslında kilitli olan balkon kapısına azıcık yüklenerek açtığım için, bunun eve girmek için ne kadar kolay bir yol olduğunun farkındayım.

Üstüne üstlük son bir iki ay içinde oturduğum binada bir daireye hırsız girdi, benim kapım ve pencerelerim bir kaç kere zorlandı. Tabi ki tedirgin oldum, apartmanın girişinden kolaylıkla ulaşılabilen pencerelerin eve taşındığımdan beri kullanmadığım kepenklerini kapattım, kapımın çivi anahtarını bulup kullanmaya başladım. Hatta geceleri evden çıkarken ışıkları açık bıraktım.

Ama olmadı işte. Bir şekilde yapabileceğimin en iyisini yapmadım, çünkü tehlikeyi düşünmek bile istemiyordum. Bu pazar saat 05:30 gibi evden çıkarken balkon kapımın çok sağlam olmadığını, evimin bir veya daha çok hırsız tarafından hedef seçildiğini, ve balkonu girilmez hale getirecek bir panjur sistemine sahip olduğumu biliyordum. Ama o panjur sistemini tam çalışır hale getirmek için alet çantamla yapmam gereken 15 dakikalık bir çalışma vardı (gerçekten 15 dakika sürdü), ve ben ü-şen-dim!

Akşam saat 21:30’da eve girdiğimde her zaman olduğu gibi Sushi (evi paylaştığım sarman kedi) beni kapıda karşılamadı. Seslendim, yanıt yok. Salonda dolabımın çekmeceleri, pencereler, balkon kapısı açık.  Eyvah! Yatak odası ise tamamen dağıtılmış durumda! Bir miyavlama geliyor uzaktan. Allahtan Sushi sağ ve de salim, yatak oda penceresinin dışında, ürkmüş ve üşümüş bir biçimde içeri alınmayı bekliyor.

Şoku atlattıktan sonra aklımdan bunu yapana karşı duyduğum öfke ve neler çalındığı hakkında endişe (allahtan büyük hasar yok!) ile beraber bir başka düşünce, geçiyor. Acı hissediyorum! Adama aslında kızamıyorum bile, çünkü bu olayı engellemek için ben, elimden gelen herşeyi yapmadım!

Sakın yanlış anlamayın, evime giren hırsızın hiç bir suçu yok demiyorum, tabi ki o suçlu, ve mağdur benim. Ama bu olayın oluşmasındaki katkımın sorumluluğunu almadan bu olayın üzerine geçemem. Hoşumuza gitmeyen sonuçlar yaratan herhangi bir olayda bu olayın oluşmasına nasıl katkıda bulunduğumuzu araştırmaz, bu katkının sorumluluğunu kabul etmez ve gölgede saklanığı yerden bu katkıyı tetikleyen yanlarımızla yüzleşmezsek, bu ve benzeri olayların yaşamımızda tekrar tekrar ortaya çıkmasına da alışmak zorunda kalabiliriz. Ve işin ilginç tarafı, bir çoğumuz bizi kendimizle ve gölgemizle yüzleşmeye kadar götürebilecek bu sorgulamayı yapmaktansa olumsuz sonuçlarla karşılaşmayı tercih ediyoruz.

Peki ne yapmamız lazım? Bu haftanın alıştırmasında da önerdiğim gibi, bence lazım olan, başımıza gelen her ne ise, ne kadar üzücü ve ağır olsa da onu bir öğrenme ve büyüme deneyimine çevirmek, olana tepki vermektense yanıt vermeyi öğrenmek. İlk başta kabul etmemiz gereken şey, her ne olduysa, bunun bizim kendi sonuçlarımız olduğu gerçeğidir. Sonuçlarımızı kabul etmeli, hatta onları sahiplenmeliyiz. Ancak bu şekilde o sonuçları kullanarak onları aşabiliriz.

Bir sonraki aşama oluşan sonuçlara nasıl katkıda bulunduğumuzu anlamak. Bunun için iki önemli ölçütümüz var. Bunlar Güney Afrikalı Kişisel Gelişim Gurusu Christopher Nevill’in “kaliteli bir yaşamın üstünde yükseleceği iki bacak” olarak adlandırdığı bütünlük (integrity) ve yapabileceğinin en iyisini yapmak (impeccability). Bütünlük, yukarıda da dediğim gibi duygu, düşünce, söz ve eylemlerimizin kendimiz için en doğru olduğunu bildiğimizle ve vicdanımızla aynı doğrultuda olması demek. Yapabileceğinin en iyisini yapmak demek ise elinde olan imkanları, araçları ve kaynakları tam ve doğru olarak kullanmak, ve sonuca bağımlı olmaktan vazgeçmek demek. Yani yapabileceğinden azını yapmak, üşenmek, ertelemek demek değil. Yani mümkün olandan fazlasını yapmaya çalışarak kendini harap etmek, buna rağmen istenmeyen sonuçlar doğduğunda da bunalıma girmek demek değil. Bu, “ben elimden geleni yaptım ve sonuçlar bunlar oldu”yu gönül rahatlığıyla söyleyebilmek demek.

Peki güzel de bunları nasıl kullanacağız? Katkımızı anlayabilmek için. Örneğin ben, evimi korumak alanında ne tam bütünlüğe sahiptim, ne de elimden geleni yapmıştım. Şu anda “ben elimden geleni yaptım, ama hırsıza kilit mi dayanır” diyemiyorum. Demek ki olaya ciddi bir katkım var. Bu iki alanda da yeterli olup olmadığınızı anlamak için uygulayabileceğiniz çok kolay iki küçük test var. Eğer kendi kendinizi rasyonalize etmeye çalışıyorsanız, bahaneler ve savunmalar arıyorsanız bilin ki bütünlük dışındasınız. Ve eğer içiniz rahat değilse elinizden geleni yapmadınız, veya aşırı yorgunsanız yapabileceğinizden fazlasını yapmaya çalışıyorsunuz. Bu hafta sonu olan hırsızlık olayında ben her iki cephede de sınıfta kaldım, ne yazık ki!

Yaratılan sonuçlara katkınızı araştırmak için sadece hırsızlık gibi polisiye olayların oluşmasını beklemenize gerek yok tabi ki! Bu öğrenme metodunu yaşamınızda oluşan bütün sonuçlara ve olaylara uygulayabilirsiniz. İşyerinde oluşan bir problem, üstünüz veya astınızla anlaşmazlığınız, eşinizle, sevgilinizle, çocuğunuzla, anne babanızla olan sorunlarınız, başkalarını sorumlu tuttuğunuz başarısızlıklarınız, kendinizi kurban pozisyonunda bulduğunuz her sonuç. Eğer “elimdeki sonucu doğuran olaylarda ben kendim için doğru bildiğimle ve vicdanımla uyumlu davrandım mı?”, ve “elimden gelenin en iyisini yaptım mı?” sorularına gönül rahatlığı ile “evet!” yanıtını veremiyorsanız, kutlamalara başlayın, çünkü mükemmel bir kendinizle tanışma, öğrenme ve büyüme fırsatı ile karşı karşıyasınız!